Batılı düşünüş ve yaşam tarzı en azından iki asırdır ana meşgalemiz haline gelmiş durumda. Tarihin en kadim medeniyetlerinden biri olan Türk kimliğimizi beğenmemek, kendimizi ‘biz zaten adam olmayız, yaparsa Batı yapar, zaten biz ne anlarız’ gibi küçük gören ifadelerle tahkir etmek moda adeta. Pek çok devlet, imparatorluklar kurmuş ve bu çatı altında farklı ırk ve dinden milyonlarca insanı huzur içinde barındırmış merhamet timsali ataların evlatları olarak okuma ve yazmalarımızda, konuşmalarımızda hakikati bulmuş kendi ‘değer’lerimizi unutup hakikati kaybetmiş, dünyaya zulüm ve ‘ben, sadece ben’ diyen egoizmi sunmaktan başka marifeti olmayan, kalbi bir kenara itip aklı her şeyin üstünde tutan Batının ilke, kişi ve kaidelerini yüceltmekle, onları referans almakla övünür olduk
&&&
Tarih sadece yaşanıp bitmiş tozlu sayfalardan ibaret görülmemeli. Bireye değil birlikteliğe, önce kendinin ve menfaatlerinin değil dininin/devletinin yaşamasını şiar edinen, en büyük yaşama gayesi Allah’a kulluk ve yüce yaratıcının rızasını kazanmak olan bir zihniyeti yitirdikten sonra kurtuluşu hep şekilcilikte, Batıyı kölesi yapan seküler zihniyette aradık. Dünyanın en güçlü imparatorluğunun evlatları hak dini yaymak azmi ve kararlılığıyla hem kendileri hem tebaası için ideal sisteme sahipti. Yenilgi üstüne yenilgilerle başı dönen Haçlı güruhu ezeli düşmanı Müslümanları son çare olarak savaş dışı yollarla saf dışı bırakmanın planını kurdular, özellikle 17. Yüzyıldan itibaren ve özellikle ilk olarak Fransızlar ve İngilizler öncülüğünde. Sabırla aramıza sızdılar. Bizi ayakta tutan değerlere vakıf olduktan sonra ilk iş olarak Osmanlı halkını Allah’tan, Kuran’dan, Peygamberden uzaklaştırma planını sabırla ve ilmek ilmek işlemeye koyuldular, tasavvufla bağımızı kopardılar. Topraklarımızı yitirmeye başladık, Müslümanlar Osmanlı kalkanından mahrum kaldıktan sonra sömürgeleştirilmeye başladılar.
Anlattığımız süreci biraz daha detaylandırarak ve somutlaştırarak en baştan bir kez daha izah edelim müsaadenizle…
Osmanlı İmparatorluğu güç yitirmeye ve buna bağlı olarak toprak kaybetmeye başladığında, Batı hemen her alanda almış başını gidiyordu. Batıya yetişebilme gayesiyle ilk önce askeri alanda yenilikler yapma kararı aldık. 2. Mahmut artık kokuşmuş ve savaştan kaçan Yeniçeri Ocağını kaldırdı fakat bunun yerine güçlü bir ordu kuramadı. Askeri alanda askerlerin kılık kıyafet değişiklikleri gibi yüzeysel değişiklikler de yeterli olmayınca başka çarelere başvurduk. 2. Mahmut’tan sonra gelen Abdülmecid bu minvalde ilk olarak kendi musikimizi sarayda yasaklattı, İngiliz ve Fransız sözde sanatkarları koruyup kolladı. Örneğin, büyük yenilikçi diye tanıtılan ve ders kitaplarında bu şekilde övülmeye devam edilen Mustafa Reşid Paşa tam bir İngiliz hayranıydı, görevden alınınca İngilizlere sığındı, onlarla kafa kafaya verip Tanzimat Fermanının yürürlüğe sokulmasını sağladı. Sonrasında, Abdülhamid Han ise işin adam yetiştirme(maarif) boyutuna el attı. Yeni okullar açtı, fakat o da sadece şekilde kaldı, işin muhteva boyutunda nokta atışı hamlelere muvaffak olamadı.
Osmanlının bir türlü önlenemeyen gerilemesine karşın Batının kalkınması, aldığı yeni topraklarla sınırlarını genişletmesi, Osmanlının da yenilebileceğini görmesi onlara moral oldu. Bizse yanlış ve beyhude çabalar peşinde tarumar bir vaziyetteydik. O zamanlara dek ön planda tuttuğumuz ‘İslama hizmet, İslamı yayma, Kulluk bilincini yaşama ve yaşatma’ şuuru, geri kalma nedeni eskimiş hurafeler olarak görüldü, ahlakın gücü yerini gücün ahlakına bıraktı. Kılık kıyafetimizden lisanımıza… tüm istikametimizi Batının değer yargılarına ve felsefesine göre belirledik, dinimizi de Batılı oryantalist ve felsefecilerden öğrenmeye, onlar gibi düşünmeye ve yaşamaya karar verdik, Müslüman düşünürleri/ Müslümanca düşünmeyi ve yaşamayı bir kenara ittik.
Peki ne yapmalıyız, nasıl davranmalı, hareket etmeliyiz? Artık Batıyı eleştirip durma ve tahkir etmede takılmayı terk etmeliyiz. Sürekli bu şekilde konuşup durmanın zaman kaybından başka anlamının kalmadığı aşikar. Bizi biz yapan asli değerlerimizi, kulluk bilincini (Her şeyin Allah’tan geldiğini bilme ve her şeyi Allah rızası için yapma) kuşanarak dünyanın umudunun köhne Batı zihniyetinde değil, bizde olduğunun sorumluğunu taşıma ve buna göre hareket etme zamanı. Bu şuurda olduğumuz ve kaldığımız müddetçe layık olduğumuz çizgide kalacağımız, ‘kendi’mizi küçümsemeyi terk edeceğiz, ebediyyen…
Mesele derin fakat yerimiz doldu. ‘Bir milletin başına gelen en büyük felaket, başına ne geldiğini bilmemesidir’ sözü ile müşerref olduğum ve bu konularda kendisinden ziyadesiyle istifade ettiğim Savaş Ş. Barkçin’in harikulade üçlemesi (Kalbin Aklı, Medeniyet Aklı, Osmanlı Aklı) ile D. Mehmet Doğan’ın müstesna eseri ‘Türkçenin Cenaze Töreni’ni okumanızı tavsiye ederek yazımı nihayetlendireyim.
Hayırla kalınız.