Yaşadığımız dönem itibariyle moda denen illetin hemen hemen ulaşamadığı nokta kalmadı. Zehirleyemediği insan zihni, sirayet etmeye çalışıp da başarısız olduğu bir mekan yok gibi. Televizyon ve akıllı telefonlar üzerinden salgılanan ve bu hususta markaların araçsallaştığı sen değerlisin ve senden bir tane daha yok söylemleri bu zehrin payandalığına pek teşne. Üstelik her söylemin bir raf ömrünün olduğunu bilerek söylemlerini her döneme uyarlamasını bilecek kadar da kurnaz.
Bu kurnazlık öyle latettayin bir kurgu üzerinde ilerlemeye çalışan kurnazlıklara hiç benzemiyor. Gayet planlı ve programlı, sakin ve rahat bir vaziyette, emin adımlarla önüne bakarak ilerliyor. Önünde engel olarak gördüğü ya da bu ihtimalin ağır bastığı durumlarda çeşni usulü alternatiflerini tez elden uygulamaya koyuyor.
Böylesine mükemmellik arz eden devamlılık hali olurda yetersiz kalırsa ne olacak sorusu hepimizin akıllarında keskinliğini koruyor sanırım.
Şöyle kafamızı kaldırıp etrafımıza dikkatlice bir baksak bu kurnazlığın sayısız fedailerinin olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Tabii parasız avukatlarını da.
Çünkü bu çarkın sağlıklı(!) bir şekilde dönebilmesi için bunlara ihtiyaç var.
Keyfin sırtını sıvazlayan indirimler, bulutların üstünde gezdiren kampanyalar, ayakları yerden kesen promosyonlar bu kurnazlığın olmazsa olmazı.
İhtiyaç hali belirli noktalarda okullaşmayı, profesyonelleşmeyi, ilerletmeyi ve devamlılığı da beraberinde getiriyor. Satış okulları, satış kursları, satış sempozyumları ve daha niceleri insanın olduğu her yerde cirit atıyor.
Ev sahibi olmak isteyen aile, arabasını değiştirmek isteyen birey, telefonunu yenilemek isteyen genç, tatile çıkmak isteyen emekli ve daha birçok kesim bu çarkın dişlisi olmaktan kendini kurtaramıyor. Belki de kurtarmak istemiyor.
Öyle ya, ballı kaymaklı kapılar bu çarkın dişlilerine de açılacaksa neden bu fırsatı kaçırsınlar ki!
Ne de olsa ‘Size özel…’ ile başlayan cümleler insanın ayağına her zaman gelmez. Talihli olmak ve şansı biraz koklamak lazım.
Bunların hiçbirini yapamıyorsanız siz de müthiş bir problem var demektir!
Yani içi kof olan özel oluşların peşinden koşmuyor, parlatılmış kepazeliği sahiplenmiyor ve meymenetsiz tekliği kucaklamıyorsanız tehlike çanları çalıyor demektir.
Üstüne bir de ‘Bu çark, tüketicileri malları satın almaktan vazgeçirecek şekilde sunmaz, her hayal kırıklığından sonra yeni ve ‘daha büyük’ olanları almaları için teşvik eder.’ minvalinden cümleler sarf ederseniz hapı yuttuğunuzun resmidir.
Üstüne bir de ‘fark edilmek isteyen farksızlaşır’ dediniz mi bu iş tamamdır. Dönülmez akşamın ufkundayım şiirini hafiften mırıldanmaya başlayın.
Zira yalnızlık şemsiyesi sizi çatısı altına almak üzere. Bu süreç ilk önce kafayı iki elin arasına koymakla başlar sonra derin düşünceler sizi yanına çağır. Sizden yoldaşlık bekler. Bu durumda önünüze bir terazi koyarsınız ve her iki durumu da terazinin iki kefesine yerleştirirsiniz. Öyle zannediyorum ki yalnızlık üzere atılan adım daha ağır gelecek ve sizden bir şeyler bekleyecektir.
Bu saatten sonra geride bıraktıklarımızı önümüze koyup kendimize yoklama çekmenin bir manası yok.
Ahmet Amiş Efendi’nin de dediği gibi: ‘Olan olmuştur, olacak olanda olmuştur. Ve dahi olan, olacak olanlar arasında en kıymetli olandır.
Elbette her başlangıç zorlukları da beraberinde getirir. Bunu bilerek inci sancının mahsulüdür deyip Hayati İnanç hocamıza her daim kulak vereceğiz. Çer çöp denizin üstünde inci mercan ise altında söylemini cep saati misali her an elimize alıp bizi silkelemesi adına bakıp okuyacağız.
İşimiz görüldükten sonra yani şekli düzeltmeye başladığımız vakit vefasızlık edip bir kenara fırlatmamak sözünü vererek bunu yapacağız.
Aksi takdir de modanın zehri yumuşak karnımızı kollar ve yeri geldiğinde gereğini yapar.
Benden söylemesi.
Selametle…