Osmanlı sultanlarından İkinci Mehmet Hanın 29 Mayıs 1453’te Bizans imparatorluğunun başşehrini alması, Türk-İslâm mefkûresinde çok önemli bir yer işgal eden İstanbul’un fethi, İslâmiyetle birlikte ortaya çıkan mukaddes bir ideal ve bir kızıl elma yani yüce bir gayedir.
Osmanlı ordusu, bütün sefer hazırlıklarını tamamladıktan sonra 1453 yılı Şubat ayında ağır topçu grubu Edirne’den yola çıkarıldı. Toplar, Rumeli Beylerbeyi Karaca Beyin kumandasında 10.000 kişilik süvarileriyle iki ayda İstanbul önlerine getirldi. Anadolu ve Rumeli’deki bütün silahlı kuvvetler, Türk-İslâm âleminin her tarafından gelen şeyh, tarîkat pîrleri ve dervişleri ile Aydınoğlu, Karamanoğlu gönüllü kuvvetleri ve Osmanlı hoşgörüsüne hayran Sırp, Macar, Ulah, Alman, Latin, Rum askerlerinden meydana gelen Osmanlı ordusunun mevcudu 125.000 civarındaydı.
Devrin en modern silahlı kuvvetlerine sahip Osmanlı Sultanı İkinci Mehmet Han, yanında Akşemseddin, Akbıyık, Molla Gürani ve Molla Hüsrev gibi âlimler olduğu halde 24 Mart Cuma günü Edirne’den hareket etti. Osmanlı kolbaşısı 1. Nisanda Çekmece’ye, 5 Nisanda İstanbul önüne ulaşıp, Bayrampaşa Deresi kenarında Maltepe sırtlarına Otağ-ı Hümâyûn kuruldu. 6 Nisan Cuma günü bütün ordusuyla İstanbul surları önünde Cuma namazını kılan Sultan Mehmet Han, kuşatma hattını kurdu. Topkapıdan Edirnekapı’ya kadar uzanan merkez kuvvetlerinin başında, İkinci Mehmet Han ve Sadrazam Halil Paşa, Cenevizlilere ait Galata sitesi önündeki kuvvetlerinin başında Vezir Zağanos Paşa vardı. Karaca İshak, Mahmud ve Bursalı Ahmed Paşalar, surları çepeçevre sarmakla vazifelendirildi. Donanmanın başında Kaptan-ı Deryâ Baltaoğlu Süleyman Paşa bulunuyordu. Vezir Mahmud Paşa sünnet-i seniyyeye uyularak, şehrin kan dökülmeden teslimi için Bizans imparatoru Onbirinci Konstantinos Drageses’ee elçi gönderildi. İstanbul’un derhal teslimi halinde kan dökülmeyeceğini, ahalinin canına ve malına hürmet edileceği teklif edildi.Bizans İmparatorunun Osmanlı teklifini reddi üzerine, 6 Nisan Cuma günü harekât başlatıldı.
Kuşatma esnasında Bizans İmparatorunun yanında bulunmuş olan Nicole Barbaro, günlüğüne Osmanlı Osmanlı askerinin surlara yaklaşma gayretlerini anlatırken: “Surların dibine kadar sokulan bu askerler bizim silahlarımızın zararlarından hiç çekinmiyorlardı. Öldükleri zaman cesetleri arkadaşları tarafından geriye taşınıyordu. Bir Osmanlı Osmanlı ölüsünü orada bırakmamak için, on kişinin seve seve ölümü göze aldıklarını görüyorduk.” diye yazar.
29 Mayıs Salı günü öğleye doğru kır atının üstünde, yanında hocaları ve ordu kumandanları olduğu halde muhteşem bir alayla Topkapı’dan İstanbul’a giren genç hükümdar, doğruca Ayasofya’ya gitti. Fâtih adıyla anılmaya hsak kazanan 21 yaşındaki Sultan Mehmet Han, Bizanslıların alkış ve tezâhüratı, Türk askerlerinin dört bir taraftan göklere yükselen ezân ve tekbîr sesleri arasında Ayasofya önüne geldi. Ayasofya, ağzına kadar kadın-erkek Rumlarla doluydu. Bizanslıların hüngür hüngür ağlamalarından hasıl olan gürültüyü susturarak sükûtu sağlayan Fâtih Sultan Mehmet Han, Ayasofya’da şükür namazı kıldı. Yerlere kapanan ahâli, rahip ve eski Ortadoks patriğine karşı; “Kalkınız! Ben, Sultan Mehmet, sana ve bütün ahaliye söylüyorum ki, bugünden itibaren ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız.” hitabında bulundu.
Allahü Teâlâ maddî ve manevî bakımdan dünyanın en güzel şehri olan İstanbul’u muhafaza buyursun.