“Eski Türkiye”nin hastalıklarını üzerimizden savmaya çalıştıkça bu işin pek de kolay olmayacağını görüyoruz. “Yeni Türkiye” üzerine yapılan kavramsallaştırmaların tamamı üzerinde konsensüs sağlanmasını beklemek hayalcilik olur, ama iktidar ile muhalefet arasında en asgari düzeyde olsa bile ortak bir ritmin yakalanamamış olması ciddi problemlerin varlığına işaret etmektedir. Muhalefetin yeni Türkiye tabir edilen arayışlara katılamaması, çözüm süreçlerine intibak edemeyişi, reformlar karşısındaki kilitleyici rolü, bilhassa vesayetçi hesaplar güden bir tavır içinde olduğunu düşündürten eski kafa siyaset dilini terk edememesi kendi cihetinde ciddi aşılamaz bir engele dönüşmüştür. Evet, onun bu hâli maalesef siyasi ortamın bir monolog düzeyinde seyrediyor olmasında etkili.
Eylemsiz-tezsiz muhalefetin, son bir yıldır toplumda ayrışmalara neden olan gerilim hatları üzerinden iktidarı antidemokratik bulmak noktasında suçlayıcı bir söyleme sığınmanın ötesine geçemeyişi karşısında, kendini yeni Türkiye projesiyle çelişen birtakım uygulamalara yönelmek zorunda hisseden iktidar cephesinin, varlığını muhafaza etme dürtüsüyle hareket ederek olağanüstü bir hâl algısı yaratmasına da yol açıyor. Bu da Yeni Türkiye’yi inşa eden yapısal süreçlerin işleyişini yavaşlatıyor.
Lord Acton’un deyişiyle iktidarların tabiatında bozulmaya, yozlaşmaya dönük engellenemez bir eğilim vardır. Muhalefetin varlığı, bu eğilimin, çürümenin açığa çıktığı yerlerde hissedilir. Muhalefet aynı zamanda varlığıyla (tabii bir tezi ve meselesi olan bir muhalefetten bahsediyorum) istikrarlı bir rekabet ortamının tesisine yardımcı olur. Böylece hükûmetler, narsistçe “ben yaptıysam olmuştur” duygusuna kapılmak yerine, işlerini kılı kırk yaran bir dikkat içinde icra etme yoluna giderler, kendilerini sürekli özdenetime tabi tutarlar. Toplum, ancak böyle bir demokrasinin işleyişine güven duyar. Yoksa kimse için yalın kelime demokrasinin optimal bir değeri yoktur.
Demokrasinin modern dönemde devlet yönetiminde kullanışlı bir yöntem olarak belirginleşmesinde onun devlet-hükûmet-muhalefet-toplum-birey gibi katmanlar arasında kurulan bir ilişki ağının normal parçası olarak algılanması gizlidir. Max Weber’e göre iktidar, siyasalda sadece yönetme erkini elinde bulunduranı tarif eden bir kavram değildir. O, aynı zamanda başkasının ne yapacağını en doğru biçimde düşünme ve bu düşünceye göre konumunu ayarlayabilme kabiliyetini ifade eden, ufkunu etkileşimle bulan bir kelimedir. Bundan, demokratik yapıya ait bütün unsurların kendine özgü bir iktidar alanına sahip olduğunu, bu iktidar gücünün ise fonksiyonel olarak kullanılabileceğini anlayabiliriz. Yani eskilerin tabiriyle “Mahkeme kadıya mülk değildir.”
Demokrasiyi kutsayan bir anlayışta değilim. Demokrasinin niteliğinin değişebildiği dünya üzerindeki farklı demokrasi uygulamalarından onun bir amaç olarak görülemeyeceği anlaşılabilir. Bence demokrasi, toplumun mutluluğunda olsa olsa bir araçtır. Ancak, gücün tepede, bir elde toplanması şeklinde değil, tavandan tabana doğru dengeli bir şekilde dağılması, yani sorumluluğun paylaşımı şeklinde görülmesi sayesinde başarılabilir.