Kelime karşılığı irşad eden, yol gösteren anlamında kullanılan mürşit; tasavvuf ve tarikatta ise nefsi tezkiye, kalpleri tasfiye demek olan irşad vazifesi ile vazifelendirilmiş zatlar için kullanılır.
En büyük mürşidimiz, yol göstericimiz olan Peygamber Efendimiz(sav)’in tebliğ vazifesini yerine getiren peygamber varisleridir. İcazeti silsile itibariyle Hz. Peygamber(sav)’e kesiksiz olarak ulaşan bir kamil mürşitten alırlar.
Kendini mürşit, tarikat şeyhi olarak ortaya atan şarlatanlara bakarak mürşid-i kamillere incitici söz söylemenin Allahü Tealaya dokunabileceğini aklımızın bir köşesinde her zaman tutalım. Mürşid-i Kamiller bir milim bile olsa şeriattan ayrılmaz, Efendimiz(sav)’in sünnetlerinden asla taviz vermezler. Mürşid-i Kamillerin özelliklerine girmeden bir kıssa ile bu konuyu nihayete erdirip “rabıta” konusuna gireceğim.
Evliyaullahın büyüklerinden Bayezid-i Bistami Hazretleri insanlar arasında veli diye meşhur olmuş bir kişiyi müritleriyle birlikte görmeye gider. Veli diye bilinen zat evinden çıkıp mescide giderken kıbleye doğru tükürür. Hazret o zatın edebe mugayir bu haline çok üzülür selam bile vermeden geri döner. Müritlerine:
“–Bu zat, Efendimiz(sav)’in öğrettiği edeplerden birine riayet hususunda bile güvenilir değil! Cenab-ı Hakk’ın esrarı hususunda kendisine nasıl güvenilecek?!.” buyurarak velilerin nasıl olması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Yaşayışında Kurʼan-ı Kerim ve Sünnete uyma hassasiyeti bulunmayan kimseler halk arasında veli, şeyh, mürşit olarak tanınsalar hatta havada uçtukları gözle görülse bile itibar edilmez.
Rabıtanın kelime karşılığı bağlanmak, bağlantı aracı, irtibat, ilişki anlamlarında kullanılır. Mutasavvıflar rabıtayı, müridin şeyhini düşünerek kalbinden dünya ile ilgili şeyleri çıkarması, şeyhi vasıtası ile Hz. Peygamber(sav)’e ve Allah(cc)'a kalbini bağlaması şeklinde açıklamışlardır. Tasavvuftaki şekliyle varlığı bazı kesimlerce tartışma konusu yapılan rabıtanın İslam’daki yeri ile ilgili açıklamalara yer vermeyeceğim. Varlığına inanan inanır, inanmayan inanmaz; ben, varlığına inanıyorum.
Burada üzerinde durulması gereken esas konu; rabıta ehlinin hayatında İslam’ın emirlerinin ne kadar yerine getirildiği, yasaklarından ne kadar sakınıldığı yani müridin hayatına yaptığı etkisidir. Bunu da en iyi değerlendirecek olanlar bu hali yaşayanlardır.
Rabıtayla amaçlanan ilahi nur ile nefsin etkisizleştirilerek ruhun emri altına sokulma sürecidir. Yani hırçın, yırtıcı bir hayvanın evcilleştirilmesi gibi. Bu süreç çok kolay bir süreç olmayıp birçok aşaması vardır. İnsan bu aşamaları geçtikçe insanı-ı kamile doğru yol alır.
En yalın haliyle rabıtanın nasıl yapıldığını şöyle açıklayabiliriz. Belli usullerinin yanında genel hatlarıyla; mürit iki kaşı arasındaki nefsini kendi kalbine, kalbini de mürşidine bağlayarak 25-30 dakika nur akışını tasavvur eder yani düşünür. Daha sonra “Allah Allah…” diyerek kendisine verilen sayı kadar sessizce zikrine devam eder ve duasını yapar. Mürşitlerin vazifesi Allah(cc)’ın nurunun ana merkezi Peygamber Efendimiz(sav)’e bağlanarak nur akışını sağlamaktır.
Bu akışın sağlanıp sağlanamadığının en somut göstergeleri müridin iç ve dış dünyasındaki değişikliklerinde yani yaşantısında görülebilir. Nedir bunlar: 1-Şeksiz şüphesiz bir imana sahip olur. 2-Amellerini bilinçli ve ihlaslı yapmaya başlar. Asla ve asla namaz, oruç gibi İslam’ın temel ibadetlerinden taviz vermez, yerine getirir. 3-Elinden, belinden, dilinden sadır olacak günahlara karşı hassas; ahlaklı, adil, merhametli, yardımsever, büyüklere saygılı, küçüklere sevgi dolu olmaya çalışır. İnsanlar yanına geldikleri zaman kendilerini güvende hissederler ve huzur bulurlar. Efendimiz(sav) ve ashabını çok çok severler, sünnete hassasiyet gösterirler. Allah(cc) ve Peygamber Efendimiz(sav)’in sevdiklerini severler sevmediklerini sevmezler. En önemlisi ehli sünnet akidesine sıkı sıkıya bağlı olurlar.
Şunu açık ve net söylüyorum; yukarıda saydığım İslam’ın değerlerine uymanın gayreti içinde olmayan biri tarikat ve rabıta ehli olamaz; ancak ve ancak, takım tutar gibi tarikat tutar ve nefsin, şeytanın madarası olur.
Vahhabileri referans alan bazı kesimler rabıtaya şirk diyorlar. Sadece rabıtaya değil, şefaate, dualarda “hürmetine” denmesine de şirk diyorlar. Şirk Allah(cc)’a ortak koşmak demek; rabıtanın neresi şirk Allah(cc) aşkına! Tam tersi kişiyi Allah(cc)’a yaklaştırma var. Kişi Rabb’ine kavuşmak için Rabb’inin emirlerini hakkıyla yerine getirmeli, yasaklarından kaçınmalıdır. İşte bunun önündeki en büyük engel olan nefsin rabıta yoluyla gücünün kırılmasıdır.
İnsan görünmeyen ışınlarla tedaviye, bazı organlarda ki taşların kırılmasına, ameliyat yapılmasına inanır; Allah(cc)’nın nuruyla nefsin gücünün kırılmasına inanmaz!
Böyle çok önemli bir konuyu ehli olmadığım halde, yaşadığımı anladığım kadarıyla açıklamaya çalıştım. Benim açıklamalarım sadece bir kapının aralanması olsun; derinlemesine araştırmanızın daha faydalı olacağını düşünüyorum.
Bir dost, arkadaş herhangi bir insan olarak en önemli tavsiyem; tasavvuf ehli olmasanız bile düşman olmayınız!