Sosyal medyada izlediğim bir video, can evimden vurdu beni. İnsanlığımdan utandım, “insanlığın bittiği yer, yere batsın sizin insanlığınız” diye beddua etmeye başladım. “Suriye’nin Halep kentinde rejim ve Şii milislerin saldırılarında yaralanan 5 yaşındaki bir çocuğa, bir evin bodrumunda sağlık görevlileri müdahale etmeye çalışıyorlar. Ancak sağlık görevlilerinin anestezi malzemesi yoktur. Küçük çocuk dayanılmaz acısını, Kuran’ı Kerim’in Tebbet ve Beyyine surelerinden ayetler okuyarak hafifletmeye çalışıyor.”
İçiniz titredi mi? Bir ürperti hissettiniz mi? Yoksa “hadi canım sende, uydurma” deyip mi geçtiniz? Biz bunun hesabını veremeyiz. Vallahi de veremeyiz, billahi de veremeyiz. Küfür tek milletken, birlikte hareket edip, Müslümanları yok etmek için var güçleriyle saldırırken, biz, kopan tespihin taneleri gibi birbirinden kopmuş olan ümmetiz ve Suriye’de yaşananlara sessiz kalıyorsak, birliğimizi sağlayamıyorsak, bunun hesabı büyük olur.
Ne kadar gafiliz. Sıcak odalarımızda, sadece “kahrolsun İsrail, kahrolsun Esad, kahrolsun kâfirler” diyerek bağırıp, beddua ederek, elimizde tespihlerle bu vebalden kurtulacağımızı zannediyoruz. Sen hangi çabayla bu zulme karşı koymaya kalkıştın da, zafer için Allah’tan yardım diler ve bu zulmün son bulmasını istersin. Allah sana mazlumlara yardım etmeyi, zalime karşı mücadele etmeyi emrediyor, sen de “sana havale ediyorum, sen kurtar” dercesine dua ederek kurtulduğunu zannediyorsun. Oysa Kuran’da, birçok yerde “cihad” denen bir durumdan bahsediyordu Allah. Allah, malımızla, canımızla bizim bu cihada dâhil olmamızı istiyordu. Ve biz sadece duaya sığınıyor, canımızı geçtim, malımızla bile cihad etmekten kaçınıyoruz.
Dua, müminin silahıdır, doğrudur. Sağlığınız yerindeyken, malınız ve gücünüz varken, durmayın dua edin. Ama icraata geçmek, cihada yönelmek fardır, farz. Bunu göz ardı etmek ne kadar doğru onu da düşünün.
Hepimiz timsah gözyaşları döküyoruz. İnsanlar ölmesin, çocuklar babasız kalmasın istiyoruz. Ölmesinler ama zalimin zulmünde yaşamaya mahkûm oldukları o toprakları terk etmesinler. Terk ederlerse de, bizim vatanımıza gelmesinler. Yazıklar olsun bize ki, Kâinatın Sahibi Allah’ın mülkünü tapuladık. İnanan, inanmayan, Müslüman olan, Müslüman olduğunu zanneden herkesin dilinde, herkesin gönlünde “bulundukları yerde kalsınlar ama ölmesinler” duası. Hem acı çekmesinler, hem ölmesinler, hem de gelmesinler.
Bir metre kare toprağa sığan insan, koca âleme sığamadı. Koca âlemi tapuladı. Bu topraklara sahip çıkıp, misafir ağırlamaktan çekinirken, kaybetmeye, yok olmaya yüz tutmuş insanlığımızı kaybetmekten çekinmedik ve sanki ne olursa olsun gelmesinler der gibi sadece ölmemeleri ve bulundukları yerde zalimin zulmünde yaşamalarını ister gibi duadayız. Elimizde imkân varken, eğer yardım etmeyip sadece dua ederek timsah gözyaşları döker, sessiz kalırsak, yemin olsun, bir gün ebabil kuşları kâfirlerin başına değil, bizim başımıza ateş taşlarını indirecekler.
Niye mi bize indirecekler, niye mi bizim başımıza atacak o taşları o ebabiller? Çünkü biz, ümmet bilincinden uzaklaştık. Müslüman’ın derdiyle dertlenmeyip, mücadelesine yardımcı olmadık. Zalimin zulmünde inleyen ve yardıma muhtaç o insanları görmezden geldik, sıcak evlerimizde çay, keyfi, kahve keyfi yaparken, saçma sapan evlilik programlarında kimin kime ne dediğini seyredip, ertesi günü ne cevap vereceğini düşündük. Arada bir haberlere göz gezdirirken yaralı çocukları gördüğümüz zaman “yazık, çocuklar bombaların altında ölüyorlar” diye iç geçirip, “aman rahatımız bozulmasın” diyerek hemen kanalı zapladık, olanlara gözümüzü kapattık, kulaklarımızı sağır ederek mal biriktirme ve daha çok edinme sevdasında olduğumuz için bizim başımıza atacaklar o taşları.
Üzülün beyler, üzülün, sessiz sessiz dualarla üzülün. Feryatlar yakarak, sosyal medyada klavye kahramanlığı, klavye Müslümanlığı yaparak üzülün. Ve başınıza gelen bazı felaketlerin neden geldiğini, neden işlerinizin yolunda gitmediğini sorgulamaya devam edin.