TARİHE YOLCULUK (168)
MUSTAFA BALKAN
--------------------------
Günümüz Müslümanları uyku ile uyanıklık arasında bir yerdeler. Yâni yakaza halindeler. Yahudi ve Hristiyan âlemine hükmedenler, adaletli bir paylaşım yapmaktan çok uzaktalar. Niyazımız, Müslümanların peygamberin emrine uyarak tez uyanmalarıdır.
Mesnevî’de biri Müslüman, diğeri Hristiyan ve Yahûdi olan üç yolcunun hikâyesini hiç okudunuz mu?
Mevlâna Celâleddin Rûmî, hikâyeye başlarken “Aklın nefisle, Ehrimen’le arkadaş olması gibi, mümin de, yolunu şaşırmış iki sapıkla yol arkadaşı oldu” diyor. (Ehrimen, burada Zerdüşt mezhebinde şer kuvvetlerinin başı, yâni şeytanı olarak ifade ediliyor. Yâni Mevlâna, yahûdi ile hristiyanı nefisle şeytana benzetiyor.)
Neyse bu üş arkadaş bir menzile ulaşıyorlar. Varlıklı bir kişi, bunlara hediye olarak sıcak bir ekmekle bal helvası sunuyor. Müslüman o gün oruçludur. Bu ziyafetten nasibini alamaz. Diğer kişilerin fazla yemekten dolayı mide rahatsızlığı başgösterir. Akşam namazı vakti bir helva daha gelir. Obur olan o iki kişi, “Biz boğazımıza kadar tokuz. Bırakalım da bu helvayı yarın yiyelim. Bu gece sabredelim, yemeyelim, yarına saklayalım” derler.
Mümin ise; “Bu gece yiyelim, yarına bırakmayalım. Sabrın sırası değil!” der. Onlar bunu kabul etmezler. Mümin: “Mademki aramızda fikir ayrılığı var, helvayı paylaşalım. Kim isterse payına düşeni yesin. Yemek istemeyen de payını saklasın.”
Yahûdi ile hıristiyan; “Paylaşmaktan vazgeç; ‘Pay eden cehennemdedir’ hadîsini hatırla….” dediler. (Burada “Haksız yere pay eden cehennemdedir.” Hadisini hatırlatıyor).
Mümin; “Buradaki ‘pay eden’ kendi hevâsına uyup, kendi çıkarına göre haksız pay edendir. Allah emrine uymayan, adâletten ayrılandır” diyor.
Onların maksatları, o Müslümanın gam yemesi, o geceyi aç geçirmesiydi.
Mümin kişi onlara mağlup olmuş ve bu yüzden “Peki arkadaşlar” diyerek durumuna râzı olmuştu.
Neyse sabah oldu, her biri kendine çeki düzen verdi. Her biri kendi inancına göre virdini okudu. O üç dost, dostça yüzyüze geldiler. İçlerinden birisi; herkes ne rüya gördüyse onu anlatsın. Kimin rüyası daha güzelse, bu helvayı o yesin, üst olan alt olanın payını alsın.” dedi.
İlk önce yahûdi Hz. Musa’yı gördüğüne dair, daha sonra hıristiyan ise Hz. İsa’yı nasıl gördüğüne dair rüyasını anlattı. Sıra Müslümana geldi. Müslüman dedi ki:
“Sultanım Mustafa (s.a.v.) yanıma geldi. Bana dedi ki: “Onlardan biri Cenâb-ı Hakk’la konuşmak mutluluğuna eren Mûsâ ile arkadaş oldu. Tûr dağına çıktı. Onunla aşk bahsine girişti. Öbürünü uğurlu Îsâ aldı. Dördüncü kat göğün üstüne çıkardı.
Kalk, ey hepsinden geride kalmış, zarar görmüş kişi, hiç olmazsa o helvayı sen ye!...”
Bu sözleri duyan, yahûdi ile hıristiyan; “Yoksa helvayı yedin mi?” diye sordular.
Müslüman; “O emrine uyulan büyük varlık, bana helvayı ye dedikten sonra, ben nasıl olur da onun emrine karşı gelirim?” dedi.
“Sen yahûdisin, Mûsâ’nın emrinden çıkabilir misin? Seni hoş bir şeye de çağırsa, hoş olmayan bir şeye de çağırsa mutlaka emrine uyarsın.
Sen de Hristiyansın; hayır olsun, şer olsun Mesih’in emrinden dışarı çıkabilir misin?
Ben bütün peygamberlerin kendisi ile iftihâr ettikleri, övündükleri peygamberimin emrinden dışarı çıkabilir miydim? Emre uydum, helvayı yedim. Şu anda ben sarhoşum, aklım başımda değil.”
Bunun üzerine onlar; “Vallahi dediler, senin gördüğün rüya, gerçek rüyâ. Bu rüyâ bizim rüyâmızdan yüz kere iyi.”
Burada Hz. Pîr son noktayı koyuyor:
“Ey neşeli kişi, senin rüyân, rüyâ değil, uyanıklıktır. O uyanıklıkta bile eserini görüyorsun.”
Kıssadan hisse almak…
Bu hikâyeden alınacak o kadar çok kıssadan hisse ve dersler var ki…
Günümüz Müslümanları uyku ile uyanıklık arasında bir yerdeler. Yâni yakaza halindeler. Yahudi ve hıristiyan âlemine hükmedenler, adaletli bir paylaşım yapmaktan çok uzaklar. Dünyada İslâm coğrafyasında yaşayan Müslümanlara zulmederek güç gösterisinde bulunmak suretiyle ‘ballı helva’yı adîl bir şekilde paylaştırma merhametinden çok uzaktalar.
Niyâzımız odur ki, Müslümanların yakaza halini bırakıp, peygamberin emirlerine uyarak tekrar nizâm-ı âlem dâvasının neferleri olmalarıdır.
Mevlâna âşıklarına düşen bir diğer önemli görev (misyon) ise, bu hikâyeden yola çıkarak Müslümanların, Yahudi ve hıristiyanlar karşısında dünya insanlığına nasıl bir nizâm ve düzen vereceklerini kültür ve sinema yoluyla anlatmalarıdır.
YARIN: Sahte şeyhler, sadaka ve temiz kişiler…