MUTLULUĞUN SIRRINI BULAN BOZKIRLI AMCA

Prof. Dr. Hüseyin Muşmal

6-8 Mayıs 2016 tarihinde Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü ve Bozkırlılar Dernekleri Federasyonu ortaklığında, pek çok kurumun ve bilim adamının desteği ile gerçekleştirilen Uluslararası Bozkır Sempozyumunun üçüncü gününde sempozyumların geleneksel gezi ve arazi incelemeleri kapsamında Bozkır İlçesi sınırlarındaki tarihi yerleri sempozyum Başkanı Prof. Dr Hasan Bahar hocanın nezaretinde gezme ve inceleme fırsatımız oldu. Sempozyumun ilk iki günü, yurt içinden ve yurt dışından 130’a yakın katılımcının sunduğu tebliğlerle oldukça hareketli ve doyurucu geçmişti.

Teknik gezimizin ilk ayağı İsaura Kenti kalıntıları olduğu için üniversitemizin otobüsleri ile yaptığımız bir buçuk iki saat süren yolculuk sonrasında Zengibar Kalesine ulaştık. Kalenin yer aldığı tepenin eteklerine otobüsleri park ettikten sonra yaklaşık 20 dakika süren bir yolculukla zirveye ulaşmak mümkün oldu. Bölgeyi doktora tezi olarak çalışmış olan Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr Mustafa Yılmaz ve Prof. Dr Hasan Bahar hocanın anlatımları ile Isaura Devleti ve dönemi hakkında doyurucu bilgiler edinmiş ve sevgili akademisyen kardeşimiz Doç. Dr Osman Doğanay’ın kulaklarını çınlatarak önümüzdeki günlerde burada resmi bir kazı ve yüzey araştırma yapılacağının da müjdesini almış olduk.

Bir iki saat kadar şehir harabelerini inceledikten ve karamık dahil olmak üzere bölgenin yenilebilen bitki ve otlarını tattıktan sonra iyice acıkmış olmanın verdiği acelecilikle bir nefeste kendimizi Bozkır merkezde bulduk. O küçücük lokantaya 80 kişinin nasıl sığdığını ve yediğimiz “bıçakarasının” neden bu kadar güzel olduğunu hala anlamış değilim. Ancak yemeğin verdiği ağırlığı hafifletmek için Bozkır’ın ortasından akan o güzel çayın kenarında bir kahvehanede çay içmeye niyetlenmişken, gezi sırasında anlatımları sürekli ve dikkatle takip eden, notlar alan uzun boylu asker yapılı bir beyefendinin çay teklifi vesilesi ile hoş ve güzel bir insanla tanışmak nasip oldu.

Sohbet sırasında bu güzel yürekli ağabeyin bir Gazi asker olduğunu öğrenecek ve hatta askerlik anıları ve tecrübeleri üzerine epey sohbet edecektik. Nitekim gezinin bundan sonraki kısmı benim için çok daha faydalı ve keyifle geçecekti. Ayrı otobüslerde seyahat etmemize rağmen her molada sohbetimize kaldığımız yerden devam edecek ve nihayet kendisinden sonra belki de bu yazıyı yazmama ilham olan ikinci kişiyi tanıma fırsatını da onun şahitliğinde yakalayacaktım. Dağın altından kaynayan buz gibi suyu ile enfes bir manzara oluşturan ve orman içinde ağaçların arasında yürümek suretiyle yolculuğundan büyük keyif aldığım muhteşem Aygır Gediği seyahati dahi benim karşılaştığım bu tecrübenin yanında sanki gölgede kalacaktı.

Süleyman Ağabeyin Köyü’nden sonra uğradığımız Sorkun’daki tarihi tahin değirmenin de doğal ortamında olmanın verdiği mutluluk sarhoşluğu içinde dışarıya çıkarak eski evleri temaşa etmeye niyetlendiğim bir sırada balkonundan ve dış yapısından hayli etkilendiğim bir eve doğru yönelmişken Süleyman Ağabeyi yaşı hayli ilerlemiş bir amca ile sohbet eder buldum. Bundan sonrası sadece iki dakika içinde cereyan edecek Süleyman Ağabey’in beni tarihçi hocalarımız diye takdim etmesinden bir dakika içinde kendimi, evin sahibi amcanın “evini görmem ama bunu basına gazeteye televizyona iletmem şartıyla” yaptığı ısrarcı teklifleri arasında kapıdan içeride bulmuştum. Ben haliyle araziye çıkarken rahat olsun diye giydiğim spor ayakkabımın bağcıklarını çözmeye çalışırken ve bir yandan da sağda solda tozlanmış kıyafetlerimi ellerimle çırpma eylemini gerçekleştirilen, bir taraftan da amcanın evinin ne kadar tarihi ve antika eşyalarla dolu olduğunu tatlı bir köy şivesiyle anlatışına kulak veriyordum. Zira o ses öyle kendinden emin bir şekilde ve sanki yılların tecrübesi ile konuşuyordu ki, evde muazzam etnografik ve antik eserlerin beni beklediğine olan hevesim kabarmış, bu hevesle evde daha fazla vakit geçirmeye zaman kalsın düşüncesiyle merdivenlerden koşturarak çıkmaya başlamıştım. Ah daha evin ilk katından içeri adım attığımda içerideki kasvete inat inanılmaz bir tezatlık oluşturan eşyaları gördükçe arkamdan beni takip eden öğrencilerime yüzümde oluşan şaşkınlığı ve hayal kırıklığını göstermemek adına evin içerisindeki odaları bir çırpıda dolaşmış ve beni kendine çeken balkona kadar nefes nefese ulaşmıştım.

Bu hızlı yolculuk sırasında merdivende beni karşılayan ve amcanın kızı olduğunu anladığım abla “ah oğlum bir şey, yok ah oğlum babam böyle işte, bunları getirir her yere yapıştırır” diye söylene söylene beni takip etmişti. Yaşadığım hayal kırıklığı ve şaşkınlığım, balkonda duvara monte edilmiş plazma televizyon ve karşısında sehpası, sallanan koltuğu, tespihi ile özel bir keyif köşesi olduğuna şüphe etmediğim alan ile karşılaştığımda bir kat daha artmıştı. Bu şaşkınlıkla aşağıda kalan öğrencilerime ve evin sahibi amcaya el sallamış, mutlaka görülmesi gereken bu ilginç evin sırrını hemen söyleme telaşıyla geriye dönüvermiştim. Ancak belki de dönüş yolculuğunda yeniden incelemenin verdiği bir alışmışlıkla, evin bütün duvarlarına, pencerelerine, tavanına yapıştırılmış yüzlerce yapma çiçeği, kırmızıdan sarıya maviden yeşile kadar her çeşidini bütün rızkını yatırmak suretiyle toplamış olan amcanın yanına ulaşmış ve ona sadece şunu söylemiştim. Sen çok yaşa amca emi…

Bu şaşkınlık içerisinde, Çağlayan’da içtiğimiz çayın tadı, Göktepe’den aldığımız tahinler ve köpük helvasının kokuları arasında dönüş yolculuğuna koyulmuş ve otobüsümüzün arka koltuklarında öğrencilerimle neşe içerisinde günü etüd ederken bir taraftan da o gün tanıma bahtiyarlığına eriştiğim Süleyman Ege ağabey gibi güzel insanların şahsında şehit ve gazilerimizin bu vatanın yılmaz ve yorulmaz bekçilerini doğuran Bozkırın öz evlatlarına analarına kadınlarına yiğitlerine ne kadar çok şey borçlu olduğumu düşünerek yol alıyordum.

Bu vesile ile öğrencilerimizle birlikte organizasyonun da görev almış olmaktan büyük bir keyif aldığım Bozkır Sempozyumunun iki gününün verdiği yorgunluğu atma fırsatı veren değerli Sempozyum Başkan’ı Prof Dr. Hasan Bahar hocamıza, Dernek Başkanı Burhan Yılmaz’a ve onun şahsında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Biliyorum ki bazen hayatta onlarca cilt kitabın öğretemediği bir tecrübeyi bir köylü insanı size öğretiveriyor. Hayatta sizi ne mutlu ediyor ise bir ömür onu yapmak dileğiyle…

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.