Mazhar-Fuat-Özkan’ın çok hoş bir şarkısı vardı. “ Bodrum Bodrum!” Nasıl anlatsam nerden başlasam. Bodrum Bodrum, Bodrum Bodrum diye başlıyor. “Nasıl anlatsam / Nerden başlasam / Kaç kişiydik o zaman bak / Kaç kişi kaldı şimdi” diye de devam ediyordu.
Sözler, söz taşı misali ne anlatır, kimi anlatır, gider kimi vurur bilinmez!
Ancak şarkı ve türkü sözleri insanımızı hem bam telinden, hem can evinden vurmaya başladı.
Sözler insanların haline tercüman gibi, teselli gibi!
Çünkü yoksulluk, her geçen gün daha da yoksullaşan insanımız için kapıdan girdi, aşk, mutluluk, huzur, güven, itimat artık her ne varsa pencereden uçtu gitti!
Mutfak alevler içinde, tencere feryatta, kapak yerde, millet düşmüş içinden çıkılmaz bir derde!
Ramazan geldi hoş geldi amma, baklava tepsisi değil gelmek, teğet bile geçmedi hanelere!
Bayram da dahi ziyaret etmedi, ben geldim diyemedi! Zamlardan beli büküldü, dili tutuldu milletin!
Ramazan geçti, Bayram geldi, Bayram da geçti, Bayram sonrası Mayıs’ın ilk haftası, mevsim bahar, bahar gelmiş neyleyim, neyleyim baharı yazı diyenlerin haddi hesabı yok!
Nasıl anlatsam, nerden başlasam! Dinleyen mi var, duyan mı diyenlerin feryadı bir sokak ötesine ulaşmıyor!
Her birimiz bakar körlere, küp gibi sağırlara döndük! Kim kime dumduma bir manzara!
Gemisini kurtaran Kaptan demişler, kurtaran kurtarmış, alabora olan olmuş, kimi karaya vurmuş, kiminin teknesi paramparça! Kimi kayıp, gören yok, akıbeti ne bilen yok! Herkes kendi derdinde! Kiminin keyfi yerinde!
Rahmetli Demirel, “Dünün güneşi ile bugünün çamaşırını kurutamazsınız” demişti. Dün, dünle birlikte gitti cancağızım diyen Mevlana’ya ise kimsenin aldırdığı yok!
Resmen dünde kaldık, bugüne gelemiyoruz!
Bugüne gelebilsek, bugün için de yine Mevlana’nın dediği gibi yeni şeyler söylemek gerekecek!
Yeni şeyleri kim mi söyleyecek?
Nasıl anlatsam, nerden başlasam diyenleri dinleyenler, elinden tutanlar, gönlünü alanlar!
*****
Derdini anlatmayan derman bulamaz derlerdi ya, yalan oldu. Anlatanı dinleyen yok çünkü! Cümlelerin sonu “-ecek” ve “-acak” diye sonlanmaya başladı mu, bilin ki, dün geri geldi!
Bugün defteri kapandı, atıldı bilinmez bir köşeye…
Lafın önü arkası, evveli ahiri belli oldu!
Bayram geldi geçti, deldi geçti, buruk geçti, ağızların tatlanması öylesine oldu.
Marketlerde baklavaları tepsiyle alanlarda vardı, karşıdan seyredenlerde…
O seyredenleri kimse görmedi!
Görenler, çevirdiler başını öbür tarafa…
Kimi görmek istemedi! Kiminin yüreği burkuldu! Kiminin gözleri doldu!
Kimi evde tahin-pekmez bir şeyler vardır, tatlı yerine bu bayramda öyle idare ediversinler babından bir şeyler söyledi! Tahin kaç lira, pekmez kaç lira diye merak edip sormadı bile!
Kimi kendi söylediğine kendi de inanmadı!
Kimi ne dedi, neden dedi, nasıl dedi, bir türlü bilemedi!
Lakin, herkes, laf ortaya düşsün, laf olsun torba dolsun babından iyi kötü bir şeyler söyledi!
Baltalar taşlara vuruldu, kaş yaparken göz çıkarıldı, kalpler kırıldı, insanlar bir daha sükutu hayale uğradılar ve noktayı koydular. Anlayacağınız yan yana konan noktalar artmaya başladı!
*****
Baklavanın kilosu kaç lira diye hiç merak eden oldu mu? Ev baklavası yapsınlar diyen çok bilmişlerde bir taraflara selam göndermek için konuşmaktan geri durmadılar.
Un kaç lira, şeker kaç lira, tereyağı kaç lira, ceviz kaç lira diye art ardına sorulan sorular karşısında cevap verecek biri varsa, işte meydan, çıksın konuşsun dedi bir başkası!
Nerden başlasak denilen nokta işte tam burası!
Nerden başlasak, dert küpü olmuş insanlar!
En ucuz bayram şekeri 40-50 lira! Çikolata 90-100!
Bir müşteri badem şekeri sordu. Doksan dokuz lira doksan dokuz kuruş dediler! Şeker değil, altın mübarek!
Barış Manço’nun mekanı cennet olsun! Domates Biber Patlıcan diyordu ya hani o güzel şarkısında…
Şehrimizdeki marketlerin birinde Domates on lira, biber on lira, patlıcan on liraydı!
Yanında elma vardı, elma da on liraydı…Pardon, dokuz lira doksan dokuz kuruş! Hani bir kuruş?
Bozuk para ile yollarımız çoktan ayrıldı! Bozuk para bize küstü, vardı karşı caddeye attı kendini!
O bozuk, bizim moraller bozuk, kolay tamir olacak gibi de değil!
*****
Nerden başlasak, nasıl anlatsak diyeceğiz amma, kendimiz konuşuyor, kendimiz dinliyoruz.
Bayram gelmiş neyime dedik, duyan mı oldu?
Hani 1 Mayıs’ta Bakan emekliye müjde falan vereceğim diyordu ya, ne oldu? Müjde geliyor dendi, nerede müjde? 1 Mayıs geçti, 2 Mayıs geçti, 3 Mayıs geçti, 4 Mayıs geçti! Müjdenin adı yok!
Emekliye sordular, “Yaramı deşme!” dedi yürüdü gitti emekli!
Emeklinin bin lira gelmiş doğalgaz faturası, üç yüze yakında elektrik!
Ne etti?
1300 lira civarı bir para!
Kaç lira yatmıştı hesabına, 1100 lira…
Sadece bu iki faturayı ödemeye dahi yetmedi bayram ikramiyesi…
Bayram şekeri alamadı, baklavaya uzaktan el salladı emekli!
Nerden mi başlasak?
Biz bu hali, biz bu görüntüyü, bir bu manzarayı hak etmedik, hak etmiyoruz diye konuşanları yok mu bir duyan?
Keşke olsaydı! Keşke duyanlar, kulaklarını tıkamasalardı! Keşke, başlarını bir başka tarafa çevirmeselerdi! Keşke, insanları daha da üzen, kahreden, açıklamalar yapmasalardı!
*****
Tokların açın halinden anlamadığı, anlamak istemediği, anlamak işine gelmediği bir dönemden geçiyoruz!
Dünün güneşi bugünün çamaşırını kurutmuyor!
Dünün geçip gittiğini, bugün yeni şeyler söylemek lazım geldiğini, hem de hemen söylemek lazım geldiğini, çare olarak somut, elle tutulur, gözle görülür bir şeylerin ortaya konması gerektiğini anlamak bu kadar mı zor diyen insanlara, var mı verecek bir cevabı olan?
Laf gemisi karaya oturdu!
Nerden başlasak diye bilinemeyen, çözülemeyen, dile getirilemeyen her şey dağ misali yığıldı kaldı meydanlara….
Her şey düğüm, düğümler olmuş kördüğüm.
Bu kördüğümü kim keserse, kim çözerse peşinden gidilen, peşi sıra yürünen o olur!