- Nasreddin Hoca’nın mezarı Akşehir’de olup, en çok ziyaret edilen türbe olarak Nasreddin Hoca’yı anmak için “05-10 Temmuz tarihleri arasında Nasreddin Hoca Anma ve Mizah Günleri” düzenlenmektedir.
Birinci Anadolu beylikleri döneminde yapıldığı tahmin edilen türbenin çevresini dolanan ve koni biçimindeki çatı örtüsünü destekleyen altı sütunu birbirine bağlayan altı meşe bağ kirişi, Hoca’nın mezarının çevresinde altıgen bir revaklı cephe oluşturur. Dönemin Akşehir Müzesi Müdürü Ali Meriç’e göre, bağ kirişleri, Hoca’nın 13. Yüzyıl sonunda ölümüyle (1284), türbenin 1905’te ağır bir onarımı arasında bir tarihte yapılan bir ara önerim ya da yenilemeden kalmadır. 1905’teki yenileme türbenin 19.yüzyıl fotoğraflarında görülen çekiciliğinin çoğunu alıp götüren mermer kaplamanın yapılmasını da içerir. Türbe bugünkü biçiminin çoğunu bu yenileme sırasında aldı. Türbenin yanındaki bir kitabe 1324 (1906) tarihini verir.
Kabrin çevresindeki taban 1905’teki yenileme sırasında kaldırıldığında, beklenmedik iki mezar daha ortaya çıktı: Bunlardan biri 15.yüzyıl ortasına ya da biraz daha geç zamana tarihlenen Fatih Sultan Mehmed’in bir kızının mezarıyken, bir mezar daha vardı. Yenilenen bu mezarlar iç revakta Hoca’nın mezarının güney ve doğusundadır.
Dönem dönem tamirat gören türbe 1906 yılında Konya Valisi Faik Bey tarafından önemli bir tamirattan geçirilmiş ve buna dair bir kitabe koydurulmuştur. Ayrıca Nasreddin Hoca'nın soyunda gelenler türbenin bakımını yapması için görevlendirilmiş ve vergiden muaf tutularak ayrıca maaşa da bağlanmışlardır.
KİTABESİ
Hâce Nasreddin’in türbesinde yer alan kitabede dört satır olarak şunlar yazılı:
“Revnâk-efzây-ı makâm-ı mu’allâ-yı hilâfet-i mukaddesiyye-i İslâmiyye ve şeref-bahşâ-yı erike-i saltanat-ı mu’azzama-i O’smânîyye Es-Sultân ibnü's-Sultân es-Sultân-ı Gâzi Abdülhamid Hân-ı sânî efendimiz hazretlerinin âsâr-ı müteberrike-i la-tuhsa-yı şâhânelerine ilâveten Hoca Nasreddin merhumun işbu türbeleri dahî Konya Vâlisi Atufetlü Fâik Beyefendi hazretlerinin zâman-ı me’murîyetinde bi’t-teberrük tecdîd-i inşâ olunmuştur 12 Recep Sene 1324” yazılıdır. Türbe içerisinde de mermer bir sanduka bulunmaktadır. Bu sandukanın baş tarafında yer alan mezar şâhidesinde ise; “Hâzihi türbetü’l merhumü’l mağfur ilâ abdihi’l gâfur Nasreddin Efendi ruhuna Fâtihâ, Sene 386”cümlesi kazınmıştır. Nasreddin Hoca’nın nüktedan şahsiyeti mezar taşında da kendisini göstermiş ve 386 tarihi tersten okunduğunda 683 yılının miladi ölüm tarihi olan 1284 senesini gösterdiği anlaşılmıştır.
HOCA’NIN MEZARI NEREDE?
13. Yüzyılda Konya ve Akşehir’de yaşayan Hâce Nasreddin, Hâce Ahmed Yesevî hazretlerinin talebelerinden olan Seyyit Mahmut Hayran (Hayranî)’ın kutlu dergâhından feyiz almış tahsilini tamamlamış bir imam, müderris, kadı ve ulemadan büyük bir şahsiyettir.
Hâce Nasreddin’in mezarını Sivrihisar’da aramanın beyhude olduğunu burada belirttikten sonra ve bilimsel olarak da Hoca’nın Akşehir’de medfun olduğu da ortada iken, değişik ülke ve bölgelerde pek çok makamı da bulunmuş iken, mezarının nerde olduğu ile ilgili birtakım mesnetsiz açıklama ve toplantılara da son vermek gerekiyor.
Yalnız Konya ve Akşehirlilerin de Nasreddin Hoca’yı tam anlamıyla ve yeterince anmadıkları, anlamadıkları ve anlatamadıklarını da ifade etmek isteriz. Hoca’nın, menevi şahsiyetine hürmeten “şarlatan” olmadığını da buradan açık bir şekilde söylemeliyiz.
***
‘Vikipedi, özgür ansiklopedi’de Nasreddin Hoca’nın, “1984’de Akşehir’de ölen” cümlesinde yer alan ve sehven yanlış yazıldığı anlaşılan tarihle ilgili büyük hatanın düzeltilmesi gerektiğini de buraya not düşüyoruz.
BİLİMİ ÜSTÜN TUTMAK
Kâinat sebep-sonuç ilişkisi esası üzerine yaratılmıştır. Hangi sebeplerin hangi sonuçları doğurduğunu, ya da hangi sonuçların hangi sebebe dayandığını bilmek, gerçek anlamda "bilgi" demektir. İşte gerçek bilim budur. Fakat insanların çoğu, bu gerçeği bilmedikleri için, bilim yerine birtakım teferruatı ön plâna çıkarırlar. İşte Hoca, bu noktalarda uyarır. Özellikle de bilim yerine gösterişi ve dış görünüşü ön plâna çıkaranların gülünç durumlarını ortaya koyar.
Okuması için Hoca'ya Acemce bir mektup getirirler. O da, lâfı hiç evirip çevirmeden bilmediğini söyler. Mektubu getiren:
-Kocaman kavuğu başına geçirmişsin. Bir mektubu bile okuyamıyorsun. Nasıl hocasın sen? Utanmıyor musun? diye paylamaya çalışır. Hoca buna karşılık, kavuğunu hemen çıkarıp adamın başına koyar:
-Kavukla okunuyorsa, sen oku da bir görelim! der.
BİTTİ.