Çanakkale ne denizden ne karadan geçilebilmişti. Dünyanın en büyük, en kapsamlı, en çetin ve en ölümüne yapılan bir savunma savaşıydı.
Mehmet Akif, “Çanakkale Şehitlerine” adlı şiirinde şöyle diyordu;
“Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! /Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.”
“Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i.../ Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...”
Dünyanın en büyün silahlı güçleri, devrinin en ağır silahlarıyla bir araya gelmişti.
Osmanlı’nın son günleriydi. Adı Çanakkale olan bir darbeyle, denizden ve karadan İstanbul’a yürünecek, Osmanlı kendi aralarında bölüşülecekti.
Çanakkale Türk Milletinin, bizim size, değil dirimiz, ölümüz bile yeter demesinin bir göstergesiydi.
Osmanlının nefesleri sayılı diyorlardı. Hasta adam öldü ölüyor, gitti gidiyor! Çanakkale’de kaybederse, bir daha kendine gelemez, serilir kalır diyorlardı.
Donanmaları vardı, sömürgelerinden getirdikleri orduları vardı. Teçhizatları tamdı. Döneminin en yüksek ateş gücüne sahiptiler.
Koskoca ülkeleri hatta Avustralya gibi bir kıtayı dize getirmiş, sömürge yapmışlardı.
Çanakkale onlar için çokta önemli değildi…Tarih ve ibret mağrurluklarına engeldi.
18 Mart 1915’de dünyanın en güçlü savaş gemileriyle Türk Topçu bataryalarını ve Türk sahillerini ağır bir şekilde bombaladılar. Sonrada savaş nizamında boğazda ilerlemeye başladılar.
Üç zırhlı battı, yara almayan gemi kalmadı. Kendilerine yenilmez armada diyen, dünyanın en büyük müttefik donanması, gece karanlığında ışıklarını söndürüp, boğazdan çekilmek zorunda kaldı.
Destan yazdı Türk topçusu ve Topçu bataryaları…
*****
Denizde başarılı olamayan Müttefikler Saroz körfezinin değişik noktalarından çıkartma yaptılar. Denizden geçemedikleri, Çanakkale’yi bu sefer karadan geçip, ordularıyla birlikte İstanbul’a gireceklerdi.
Kara savaşlarında kurşunlar çarpıştı, süngüler çarpıştı. Tarihin gördüğü en kanlı kara savaşı yaşandı. Yarım milyondan fazla insan Çanakkale topraklarında kaldı. Çanakkale geçilmedi. Geçilemedi!
Çanakkale; son anlarını yaşayan Osmanlının, dünya sahnesinden göçüp giderken, yeni bir Türk devletin doğuşunu müjdelemesinin bir nişanesiydi! Ne Avrupa, nede Avrupa’yı destekleyen Amerika bunu inceliği göremedi. Görmek istemedi. Görmek işlerine gelmedi.
Sevr dayatması, Anadolu’nun işgali, İstanbul’un kendi aralarında semt-semt bölüşülmesi, paylaşılması işin başlangıcında gözlerini kamaştırdı.
Çanakkale’yi geçilmez yapanlar, Çanakkale’de dünyaya karşı koyanlar, sadece Çanakkale’de savaşmamışlardı…
Galiçya’da, Kafkasya’da, Yemen’de , Filistin’de, Mısır’da, Kut-ül-Ammare’de, Balkanlar’da, Libya’da toplam üç kıtada birden savaşmadıkları cephe, savaşmadıkları coğrafya neredeyse kalmamıştı.
Şehitlerini gömmüşler, gözyaşlarını silmişler, ardından vatanlarını ellerinden almak isteyenlerin karşısına dikilmişlerdi. Bu irade, bu güç, bu iman, bu azim, bu inanç Çanakkale sonrası, Türk Milletinin kalbi olan Ankara’yı da geçilmez yaptı.
*****
Polatlı’ya kadar gelen, Yunan Ordusunun askerleri, “Ankara’ya, Ankara’ya!” diye bağırıyorlardı. Çok değil bu tarihten yedi yıl öncede, Yunanlıların arkasında ki güç olan Müttefik donanması ve orduları Çanakkale’ye diye, İstanbul’a diye bağırmışlardı.
Geçemedikten sonra, aşamadıktan sonra, bağır dur! Onlara yedi düvel denmişti. Düvel-i Muazzama denmişti. Onları değil yenmek durduracak bir gücün dahi olabileceğini tahmin etmiyorlardı.
Müttefiklerin yanında yer alan gazeteci Ali Kemal! Kuzum Mustafa sen deli misin? diyordu yazılarında…Ankara’yı ve Milli Mücadeleyi hafife alıyordu.
Tarihçilere göre 13 cephede birden savaşmış olan, savaşçılar, bıraktıkları tüfeklerini, tabancalarını kuşanıp, müttefiklerin hiç beklemediği bir şekilde Ankara’ya koşmaya başladılar.
Onlar Çanakkale’nin aslanlarıydı. Çanakkale’de o mağrur orduların burnunu sürtmüşlerdi. Yenemeyecekleri ve savaşamayacakları düşman yoktu.
Onlar Kut-ül Ammare’de koskoca İngiliz ordusunu teslim almışlardı. Onlar Kanal’da, Filistin’de, Kafkasya’da, Galiçya’da hepsini hallaç pamuğu misali atmış, neler yapabileceklerini her defasında ispat etmişlerdi.
Çanakkale’den dört yıl sonra Yunanlılar İzmir’e çıktılar. Afyon ve Polatlı’ya kadar Egeyi ve Marmara’nın güneyini işgal ettiler. Bursa, Uşak, Kütahya, Balıkesir, Manisa, Afyon, Aydın ve İzmir işgal altına girdi. Fransızlar ve İngilizler Urfa, Antep, Maraş ve Adana’yı ellerine geçirdiler.
Hiç beklemedikleri bir şey oldu!
Direniş!
Her şehir karşı koydu, kahramanca….
Geçilmez oldular…
*****
O geçilmez şehirlerin her birinin önünde Çanakkale gibi destan vardı. Ve Çanakkale’de savaşmış kahramanlar!
Çanakkale boğazında Rumeli Mecidiye tabyasında, bir Seyit Onbaşı vardı. 107 yıldır onun hikayesi anlatılageldi Türkiye’nin her köşesinde.
Namı Koca Seyitti. Seyit Ali Onbaşıydı.
Mecidiye tabyasındaki arkadaşlarının tamamı şehit düşmüştü.
Her biri 215 kilo olan mermileri tek başına sırtlandı, sürdü topun namusuna, ateşledi
O topun namlusundan fırlayan mermilerden oldukça ağır yaralar aldı Ocean zırhlısı ve battı.
Sonra kara savaşlarında bir Yahya Çavuş çıktı.
63 kişiyle üç bin kişiyi durdurdu kara savaşlarında!
Mustafa Kemal Paşa diyordu ki; Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.
O vatan sathında, Antep’te Karayılan namlı Molla Mehmet çıktı ortaya. Şahin Bey çıktı ortaya…
Egede Yörük Ali Efe çıktı, Demirci Mehmet Efe çıktı.
Kara Fatma namıyla tanınan Fatma Seher Hanım çıktı. Gördesli Makbule Hanım çıktı.
*****
İstiklal rüzgarları esmeye görsün! Hele ki bu millet Türk Milleti ise! Binlerce yıldır görmediği savaş, görmediği entrika, görmediği tuzak, hile kalmadı Türk Milletinin. İstilalar ve işgallerle az uğraşmadı!
Lakin her defasında, vatan toraklarını ölümüne savundu. Geçilmez yaptı!
Her geçme teşebbüsünde yere serildiler!
Ne silahları yetti!
Ne güçleri, ne kudretleri!
Çanakkale’yi savunur gibi kendini savundu her şehir. Sonra ne mi oldu, bütün vatan Çanakkale oldu! Hem geçilmez oldu, hem de işgalcilerin duramayacağı, kalamayacağı, barınamayacağı, üzerine hayal kuramayacağı bir coğrafya!