Kitabın orta yerinden girelim söze…
Türkiye’nin özellikle son 20 günlük ana gündem maddesine baktığımız zaman iki unsurun ön plana çıktığı görülüyor… Bunlar ne yaklaşan seçim, ne de iç meselemiz olan geçim…
Birincisi Türkiye’nin ilk uzay yolcusu olan Alper Gezeravcı…
81 milyonda bir kişiye nasip olacak bir seyahate çıktı. Türkiye’nin ilk uzay yolcusu olması da yapılan seyahatin önemini katladı. Bugün Alper Gezeravcı’nın ismini işitmeyen, onunla ilgili herhangi bir haberi okumayan yoktur.
Bakıldığında Türkiye’de bir ilke imza atılıyor olması adına bu olay hakikaten önem arz ediyor. Tabi bazı çevreler bu olaya da ‘maddi bir külfet’ nazarından bakıyor. Emeksiz ekmek, zahmetsiz rahmet olmaz. Dünyada gelişen teknolojiyle birlikte ülkemizde de dünya aşırı faaliyetlerin yapılıyor olması, bu tür organizasyonlarda Türk bir bilim insanının yer alması, başta ay yıldızlı al sancağımız olmak üzere bizden ve bize ait olan birçok şeyin dünyanın dışında ilk defa uzayın derinliklerinde bir yerlerde yer bulması elbette ki önemlidir, önemsenmelidir.
İkinci mevzuya gelince…
Bir zamanlar ‘akıllı kutu’ olarak anılan, evlerimizde dip sedirde, başköşede sergilenen, uzaydan daha uçsuz bucaksız bir evrenin bulunduğu televizyonlar, bu uçsuzluk ve bucaksızlık iklimi içerisinde bazen akıl almaz, bize yakışmaz, kültürümüzle bağdaşmaz, geleneklerimizle uyuşmaz, her şeyden önce dinimizle örtüşmez yayınlar yapabiliyor.
Hangi birini sıralayalım…
Bu toplum silahı, mafyamsı tavırları, ahlaksızlığın en daniskasını, münasebetsizliğin had hudut tanımaz hallerini televizyonlarda yayınlanan diziler, gösterimler, filmler gibi yayınlarla öğrendi…
Son zamanlarda bir Dilber’dir tutturmuş gidiyor…
Belki malum dizinin yapımcıları, senaristleri ve dahi oyuncuları bile olayın bu kadar farklı yönlere gidebileceğini tahmin etmemişti.
Senaryodaki olay pavyon nedir bilmeyen, o tür taraklarda bezi olmayan kişilere adeta pavyonu dikte ediyor. Pavyon karısı Dilber’in yaptığı bir dans üzerine birçok şehirde pavyon dansı kursları açılıyor. Dilber’in giydiği eksik etek, yarım elbise tasarımcıların radarına giriyor. Tasarlanan elbiseler kısa zamanda büyük ücretler karşılığında çılgınca satılıyor.
Sokakta yanımızdan geçen arabadan bile yüksek sesli müzik eşliğinde ‘Dilber evin barkın yok mu?’ soru cümlesini işitebiliyoruz.
Dilber’i bilmem de…
Aynı televizyon oran olarak olaya baktığımızda Gazze’de yaşanan vahşeti, soykırımı, dramı, oradaki yavrucakların hallerini ne kadar yansıtıyor?
Gazze kan ağlıyor… Ölüm tütüyor çadırların bacalarından… 120 günlük zaman diliminde 30 bin insan hayatını kaybetmiş orada. Bunların 14 bini de çocuk…
Taş üstünde taş kalmamış. Görüntülere bakınca insanın içi sızlıyor. Böyle giderse zaten omuz üzerinde baş da kalmayacak… Zira içinde insanlık namına bir dirhem bir şeyler kalmış olan tüm insanların sızısı taşından toprağından ziyade anacığının kucağında can veren yavrucaklara…
Öksüz ve yetim kalmış, nereye gideceğini, ne yapacağını bilmeyen, tir tir titreyen, çamur deryası içindeki çadırında uyuyup açlığını bastırmaya yahut daha çok acıkmamaya çalışan minicik bedenlere yanıyor ciğerimiz.
İçimiz yanıyor ama elden dua etmekten öte bir şey gelmiyor.