Kadim ve nitelikli dergilerimizden Hece’nin cumartesi söyleşileriyle beraber yüz yüze ve online edebi söyleşilere büyük değer atfediyorum. Hafta sonu Hece’nin konuğu Dr. Necati Tonga idi. Edebiyatla bir şekilde alâkalı olup da hocanın ismini duymayan yoktur sanırım. Hatice Bildirici’nin yöneticiliğindeki yaklaşık bir buçuk saatlik söyleşide vakit nasıl geçti, konuşulmayan daha neler neler kaldı anlayamadığımız gibi, tadı damağımızda kaldı desek yeridir. Konu(lar) renkli, konuk velût bir değer olunca değil bir iki saat, herhalde gün boyu sürse keyifle ve istifadeyle dinlerdik. Zaman faktörü nedeniyle söyleşilerde kitaplarda bulunabilecek bahislerin kısa tutulması, daha pratik ve özel, hayatla bağlantılı sorulara ağırlık verilmesi isabetli olurdu. Emin Gürdamur, Ali K. Metin, Ali Necip, Mehmet Kurtoğlu, Atıf Bedir gibi konukların da olduğu ortamda ne acayip(!) sorular ortalıkta uçuşurdu kim bilir? Her şeye rağmen genç kalemlerimizden Hatice Bildirici konuya vakıftı, soruları yerli yerindeydi. Oradaki herkese borçluyuz, minnettarız…
Necati Tonga, araştırmacı kimliği öne çıkan, hemen her dergide unutulmuş yahut unutulmaya yüz tutmuş bir metnin, eserin ortaya çıkmasına öncü olmuş bir kalem. “Yemek ve Kültür” adlı dergide dahi yazıyor, ama söyleşide kendisinin de belirttiği gibi bu dergi bir kültür dergisi. Nihayet’teki Evrak-ı Perişan yazıları dergi yönetiminin isteğiyle uzun zamandır devam ediyordu, ki Tonga bu serinin yakında nihayete ereceğini de söyledi. Tonga’nın benzer bir projeyle nerede ve nasıl çıkacağını şimdiden kestirmek güç ama kâğıt, eski dergiler ve kütüphane kokusu alan birinin bu aşktan vazgeçemeyeceğini söylemek zor olmasa gerek.
Hocanın dergi yazıları ve kitaplardaki mecra/yayınevi tercihleri, cumhuriyetimizin yüzüncü yılında yapılan çalışmalar, kendisine gönderilen kitaplara dair konular hakkında söyleşide kendisine sorduğum sorular ve başka hususları kendisiyle yakında yapacağım ve yayınlayacağım söyleşiye sakladığım için geçiyorum. İnşallah hocamızın boş bir zamanını yakalarız, ya nasip diyelim…
Kütüphanelerde eski hazineler, süreli yayınlar peşinde koşmak, bilinmeyeni ya da unutulanı ortaya çıkarmak? Necati hoca da Milli Kütüphaneyi mesken tutmuş, adeta ikinci evi bellemiş ama sitemleri ve haklı şikâyetleri de yok değil. Gün içinde birkaç sayıya ulaşabilmek, daha çok dergi alabilmek için oradaki insanları araya katmak, bir ihtisas alanının sınavlara çalışma üslerine dönüşmesi gibi sorunlar herkesin sabredemeyeceği meseleler. Hoca da pes edebilirdi, ama dedik ya aşk, o heyecan, iştiyak; tuttu mu bir daha yakasını bırakmaz insanın.
Necati Tonga’nın ülkemizde pek bilinmeyen Finlandiyalı kalem Mika Walter hakkında çalışmaya karar vermesi, büyükelçilikten yardım istemesi neticesinde aldığı geri dönüş ve malzeme bizim ve onların ilme, araştırmaya verdiği değeri ortaya koymaya kâfi sanırım. Hocanın doktora yıllarında başlayan Milli Kütüphane mesaisi büyük bir iştiyakla sürüyor ve sürecek de.
Burada genişçe bir parantez açmama müsaade edin lütfen. Yeni yazıya çevrilmemiş, bugüne taşınmamış onca hazine, metin dururken akademisyenlerimizin pek çoğunun yaşayan kalemler için dahi ‘hayatı-sanatı-edebi kişiliği’ nev’inden daha kolay hazırlanan ama pek de ehemmiyeti olmayan, googlevarî dostlar alışverişte görsün misali tez ve çalışmalar, akademisyen ve talebelerin kendilerini ne derece yeniledikleri/işin ciddiyetini kavrayabildikleri vd. üzerinde düşünmeye değer meseleler ve bu konularda ciddi çalışma/yaptırımların olması elzem. Bir diğer mesele de kütüphanecilerimizin yeterli donanıma/vizyona sahip olmamaları. Çok uzağa gitmeye gerek yok, Ramazan Minder gibi ömrünü kütüphanelere adamış isimlerle başımızın tacı araştırmacılarımızın işbirliği ortaya ne muazzam işler çıkarırdı, ah bir fark edebilsek, ah bir sevebilsek, destek olabilsek, sistemi iyileştirebilsek? Konuşulacak çok şey var, derdimiz büyük; lâkin asıl konudan uzaklaştığımız gibi bize ayrılan yer de azalıyor. Geçiyorum, başka birçok detay gibi.
Necati Tonga hoca çeşitli yayınevlerinden belli külliyatları hakkıyla gün yüzüne çıkarıyor, ama bizde bu konuda alınacak çok yol var. En tanınmış kalemlerin dahi külliyatlarının, yazdıklarının eksik olması düşündürücü. Topyekün bir külliyat çalışması elzem. Metinlerin birebir aktarılmasını savunuyor Necati Tonga, lâkin o zaman da özellikle gençlerin metinle bağ kurması güçleşiyor, dipnot ve gerekli izahat kaçınılmaz oluyor.
Bir diğer husus da telif meselesi. Bunun da çözülmesi, çeşitli kurumlar marifeti ve desteğiyle geride kalanlara ulaşılması eski eserlerin bugüne ve yarına taşınması nâmına mühim.
Benim ve benim gibi pek çok meraklının can suyu dergilerimizin, hatta en bilindik dergilerin dahi hakkıyla araştırıl(a)mamış olması, çalışmalar ortaya kon(a)maması bir başka ciğer yarası. Hangi birini analım, hangi birine yanalım?
Necati Tonga ile söyleşinin ikinci kısmı Ankara, daha doğrusu bir (edebi) muhit olarak Ankara idi. Edebiyatımızın önemli duraklarından pek çoğunun Ankara merkezli oluşu, Orhan Veli’ler Nahit Hanımlar, Cahit Sıtkı ve Ataç’lar vs. gibi birçok mühim konu ve kalemin menbaı oluşu, doğrusu başkentimizin İstanbul gölgesinde kalmasına itiraz sebebi. Necati Tonga’nın ilgili kitabında (Bir Edebi Muhit Olarak Ankara, Çolpan) dünün ve bugünün edebi muhitleri ve mahfilleri ile alâkalı epey bir yekün var. Muhit-mekân farkı, Hacı Bayram-ı Veli, Piknik, İstanbul Pastanesi, Nurullah Ataç’ın dikkatini çekme/gözüne girme, İkinci Yeni/Garip/Yaprak kökenlerinde Ankara izleri ve daha pek çok anekdot var ama yerim doldu ve hocanın kitabı size bir kitaplık kadar yakın. Gelişen teknoloji çağında, edebiyatçılara bu denli kolay ulaşılabilen bir zamanda yeni bir muhitse oldukça güç görünüyor, yahut ne derece muhit sayılabilir? Papazın Bağı, Kurtuba, Türkiye Yazarlar Birliği, Hece, Edebiyat Ortamı ve başka zenginliklerimizle nefes almaya devam edeceğiz, ötesi var mı?
Söyleşinin hemen ardından okuduğunuz yazının başına oturmak, derleyip özetleyebilmek kısa zamanda bu kadar mümkün maalesef. Necati Tonga’yı, araştırmalarının önemini ortaya koyabilmek tek bir yazıyla/söyleşiyle mümkün mü? Bir(kaç) dergi alarak Necati Tonga ve başka değerlilerimizin söylediklerine kulak verebiliriz, okuma ve merak/ilgi bahçemizi sürekli güzelleştirebiliriz. Ve gençler, akademisyenler! Ortada tem teşekküllü bir edebiyat tarihimiz yokken, ortaya çıkarılacak onca evrak-ı perişan(!) varken beyhude işler peşinde koşmak, yanlış yollarda doğrular aramak hepimize uzak olmalı.
Teşekkürler Hece, teşekkürler Hatice Bildirici ve teşekkürler Necati Tonga…