Dünya’ya geldiğimiz gün, kendimizi yepyeni bir âlemde bulduk, içine doğduğumuz zamanı ve mekânı biz seçmedik, nasıl bir hayat seviyesinde olacağımıza (bitki hayatı, insan hayatı vs.) biz karar vermedik, insan vücudunun içinde yaşayacağı ortamda nasıl olması gerektiğine de biz karar vermedik. Bu dünyaya geldik ve gereken her mükemmel organa sahip olarak doğduğumuzu fark ettik.
Yolculuk esasen şöyle başladı.
Vücudumuzu oluşturan atomlar, büyük patlama sonucu yoktan var edilerek, atom altı parçacıkların oluşması ile ilk yolculuğuna başladı.
13.7 milyar yıl boyunca çeşitli teşekküllerde, oluşumlarda bulundular. Büyük yıldızları oluşturdular. Bu yıldızlar süpernova, hipernova gibi patlamalarla öldüler. Sonra evrendeki milyarlarca galaksiyi oluşturdular. Bu galaksilerden birinde Güneşi ve gezegenleri meydana getirdiler, sonra taş oldular, toprak oldular, ot oldular vs. sonunda mimarisini hiç bilmedikleri, ne için kullanılacağını hiç bilmedikleri, ar-ge çalışmasını hiç yapmadıkları teknolojik harika olan insan bedenini oluşturmaya karar verdiler! Farklı şekillerde dizilerek dokuları ve sonunda insan bedenini oluşturdular!
Eğer insan bir bedenden ibaret olsaydı atomların bu yolculuğu yeterli olurdu. İnsana, fiziki dünyayı algılayabilmesi için duyular da lazımdı. Görme, duyma, koklama vs. atomlar bunu da yaptılar!
İnsana, soyut âlemi anlayabilmesi, hissedebilmesi, kendi nevinden, kendi hayat mertebesinden varlıklarla sosyal, toplumsal, ekonomik birliktelikler, sevgi ve şefkat üzerine kurulu aile bağları gibi birliktelikler kurabilmesi için de duygular lazımdı. Yani bunları sağlayacak kalb, ruh, akıl gibi soyut organlar, latifeler lazımdı. Atomlar bunu da yaptılar!
Şu kendileri de yoktan gelen atomlar, ne kadar da ilim sahibi olmalı… Hem ezeli, hem istikbali, geleceği gören bir ilim; tüm kâinatın ve insanın mimari, fiziki, biyolojik detaylarını bilen bir ilim sahibi olmalı.
Acaba vicdanını ve aklını kaybetmemiş hangi insan, bunu tabiat yaptı, atomlar (zerreler) yaptı ya da rasgele kendiliğinden oluştu diyebilir?
Bedeni oluşturan atomlar, daha önce birçok kez birçok bitkinin, taşın, toprağın, hayvanın ve belki de insanın oluşumunda yer almış olabilir. O halde atomlar sadece insan bedenini değil taştaki, topraktaki, tüm bitkilerdeki, tüm hayvanlardaki ve tüm evrendeki dizilimleri bilmek zorundadır ki oluşturacağı dizilimde nasıl pozisyon alacağını ve ne şekilde rol alacağını bilsin.
Sadece aklıyla insan varlığını, rasgele oluşuma ve tabiata veren insan düşünmez mi? Ruhaniyatının, ruhlar âleminden gelen, beden elbisesine girerek dünyada az bir vakit geçirdikten sonra kabir, berzah, haşir ve ahiret tarafına giden bir seyahat içerisinde olduğunu… O halde yolculuk uzun!
Ezeli ilim sahibi, kudsi muhabbeti, sevgisi ile insanı en güzel şekilde yaratmış, kâinatı insanın tasarrufuna, kullanmasına, emrine vererek ona ne kadar önem verdiğini göstermiş, peygamberleri ile kendisinden haberdar etmiş, kün-feye-kün ilmiyle nasıl mükemmel bir şekilde insanın, kâinatın ve her şeyin yaratıldığını, ne için yarattığını ihsan etmiş insana bildirmiş Halik’ımız, bizi sahipsiz ve başıboş bırakır mı?
Rabbim, hepimizi “Kulum beni gizlice içinden zikrederse, ben de onu zatımda zikrederim.”(Buharî, Müslim) manasına mazhar eylesin. Cuma’nız mübarek olsun.
“Alem-i cihana sığmaz o mana-yı hakikat,
Cirm-i fani-yi kalbe mi nüzul eyler Rahmet? ”
“O hakikatin manası dünya âlemlerine sığmazken,
Allah, nasıl bu fani ve küçük kalbe Rahmeti nüzul eder, indirir!“