Izdırapların içinden her zaman bir ay doğar, Azapay derler ona…
Doğu Türkistan mücahidi Osman Batur’un kızı gibi…
Kızıl Çin sokaklarında, at üstünde anadan doğma, işkence görmüş babasının bendini görünce dayanamaz atını sürer uçuruma, azaplardan doğamaz o ay parçası bala…
Tarih o günden itibaren bir not düşer: “Azapların içinde kavrulan bütün yürekler ne olursa olsun ay gibi doğacak yoksa gök girip kızıl çıkacak!”
Herkesin çektiği bir ızdırap vardır, kimisi sevdiklerinden uzaktadır kimisi de sevdiklerine kavuşamamıştır.
Peki Türk milletinin ortak bir acısı, ızdırabı, çektiği çilesi var mıdır?
Bu soruya yanıt bulamaz oldum son zamanlarda.
Şöyle bir çarşıya çıktığınızda çevrenize bakın, o telaşenin içinde öylece durun ve etrafı seyredin, herkesin simasında farklı farklı, kimsenin yüzünde aynı kırışmış çizgileri görmedim.
Sizce de fazla bencilleşmedik mi? Tunceli’de iki askerimiz DONARAK şehit oluyor, akşam haberleri olmasa kimsenin haberi olmayacak, hoş olsa da ne fayda 45 saniye sonra unutulup gider ne de olsa…
Bankalar, krediler, marketler, sosyal medya, tüketim çılgınlığı ve daha nicesi derken üzerimizden eksilmeyen kara bulutların sebebi ne diye düşündünüz mü hiç?
“Neden Türkiye?” dediniz mi mesela? Haftalardır Cemal Kaşıkçı olayı ile uğraşıyoruz, ondan önce Brunsun, ondan önce doların yükselişi derken “Ondan önceli” cümlelerim çoğalır gider…
Kendimizi sert bir şekilde eleştirmeliyiz ki ızdırapların içinden iki büklüm çıkmayalım. Eleştirenlerin de sesini kesmemeliyiz ki; topluma faydalı olma istekleri, hevesleri kırılmasın…
*****
Türkiye öyle bir coğrafyadır ki; mesela bir olay yaşanır bu topraklar üzerinde, 5 milyarlık dünyanın düzenini değişir…
Ortadoğu üzerindeki projelerin merkezinde hep Türkiye vardır, Asya’ya uçacak bir haber Türkiye’den geçer, Avrupa’daki o meşhur barış elçileri dünyaya adım atmadan önce “Acaba Türkiye neresinde bu işin?” diye düşünür.
Kısacası Türkiye’yi dünya üzerinde tanımayan ülke yoktur. Eee böyle bir ülkenin başı beladan çıkar mı? Asla!
Bakın; 15 Temmuz gibi bir belayı atlattık, 2.5 yıldır hayatımızın her karesinde olan, duydukça içimizi acıtan bu kahrolası geceden sonra her şeyin bittiğini, temizlendiğini, ortaya çıktığını zanneden insanlarımız “Neden Türkiye?” sorusunun peşine düşerse eğer yer altındaki hücrelerde ellerini kovuşturarak planlar yapan vatan hainlerine fırsat vermez.
Yazmaya korkar oldum ama duramıyorum işte ne yaparsınız. Belki de hayatımın önüne büyük bir set çekiyorum fakat buna değer. Bir kişi de olsa kazanabilirsem, “Neden Türkiye?” sorusunun peşine düşmeyi sağlayabilirsem ne mutlu bana!
Benim ızdıraplarım yok mu sanıyorsunuz yoksa, böyle konuşup durunca…
Aksine! Her gece acıdan kavrulmaktan rüyalarımda dağ bayır geze geze buz gibi akan pınarları arıyorum, kana kana içeyim şu suları da içimin yanıklığı geçsin diyorum…
Nafile… O sulardan içemedikçe uykumdan irkiliyorum, sayıklıyorum sonra anlıyorum ki benim içimin kavrukluğunu şahadet şerbeti geçirir diyorum…
O mertebeye layık değilim bunu zaten biliyorum, hemen başıma üşüşmeyin vay efendim layık mısın da bilmem ne demeye, bırakın da şehadeti bari hayallerimde yaşayayım…
*****
Anadolu Anadolu…
Bağrı yanık anaların dualarıyla ayakta duran Anadolu, koynunda nice yiğitleri uyutan Anadolu, babaların sabrından örülen duvarlarla düşmana siper alan Anadolu…
Daha nereye kadar sürecek bu ızdırabın? Ne garip değil mi? Üzerinde dünya telaşesinden seni göremeyen 80 milyon biz sana ne acılar çektiriyoruz, buna rağmen kanaatkarlığından ve şefkatinden hiç ödün vermiyorsun ya hayranım bu kutsal huyuna.
Keşke çektiğin şu çilelerden bizim azığımıza koyup da versen. Ah be Anadolu! Azıkla yetinecek bir millet değiliz artık, lükse ve gösterişe boğulmuş bir hayatın kölesi olmuş gitmişiz…
Kimi zaman ben de bilemiyorum nerede duracağımı. Azığımı alıp yaylalara vurunca kendimi geriye döndüğümde her şey değişmiş oluyor, şehrin sahte siluetlerinin içine karışıp gidince de boğulacak gibi oluyorum.
Söyle bana Anadolu, çaren nedir benim bu ince hastalığıma? Soracaksın tabi nasıl tutuldun bu hastalığa diye…
Aslında aşk bu Anadolu aşk, senin her karış toprağına, suyuna, havana aşık oldum ben vallahi çaresi yoktur.
“Neden Türkiye?” diye sordum kendime yıllar önce, düştüm bu sorunun peşine, kendimi nerelerde buldum bir bilsen…
Ah be Anadolu! Bu kadar yanık olma beni daha da yakıyorsun.
Korkmayın emi bu soruyu kendinize sormaya, bu aşkı iliklerinize kadar yaşarsınız tabi ızdırabına da razıysanız.
Azaplardan doğan Azapay olmaya ant içenlere selam olsun…