1950’li yıllardı. Köyde yaşıyorduk ve henüz ilkokula gidiyordum. Tüm ülkede, özellikle de köylerde sıtma çok yaygındı. Sıtma yüzünden çok insan ölüyordu. Ölenlerin çoğu da köy çocuklarıydı. İki kez ben de sıtmaya yakalandım.
Sıtmayı çok acı veren, zor bir hastalık olarak hala hatırlıyorum. Yüksek ateş sebebiyle uykuda değilken dahi insan, farkında olmadan kâbuslar görüyor, sayıklıyor, saçmalıyor. O yıllarda sıtmanın tek ilacı kinindi. Kinin de piyasada çok zor bulunuyordu. Rahmetli dayımın ailesi şehirde yaşıyordu. Sıtmaya her yakalandığımda o ne yapıp etti, benim için kinin buldu ve çok şükür ki, her iki sıtmayı da ölmeden atlattım. İkincisinde kinin ilacının gelmesi biraz gecikince, neredeyse ölümden dönmüşüm.
Kinin çok acı bir ilaçtı. Bana zorla içiriliyordu. Hatırladıkça o aşırı acılığı sanki boğazımda tekrar hissederim. Yıllar sonra bir kitapta, ayçiçeği yapraklarının da Ruslar tarafından sıtma ilacı için kullanıldığını okumuştum. Zaten kinin de kına kına bitkisinin kabuklarından üretiliyormuş. Günümüzde sıtma için daha güçlü ve çeşitli ilaçlar bulunmuş. Ama çok şükür ki, yıllarca süren ulusal sıtma savaşı sonunda ülkemiz o hastalığın da üstesinden geldi.
Bir gün bizim köye (Dindebol’a) devlet görevlileri gelmişti. Sıtma konusunda köyde bir inceleme yapmışlar ve köylüyü toplayıp, bilgilendirmişlerdi. Meğer sıtmayı sivrisinekler yayıyormuş. Sivrisinekler de çevredeki bataklıklardan geliyormuş. Günümüzde bu bilgiler, herkesin bildiği, sıradan bilgilerdir. Ama o günlerde bunları herkes bilmiyordu. Özellikle bizim köyde hiç kimse bilmiyordu ve dolayısıyla bu bilgiler bizim için çok değerliydi.
Köye gelen görevlilerin yaptığı inceleme sonucunda tespit ettikleri en büyük bataklık olan Sülük Gölü ıslah edildi. Bunun için tellal çağırıldı ve her evden bir kişi angaryaya gitti. Kazma-kürekle bir hafta içinde bir kanal açarak, bataklık oluşturan gölün durgun suyunu, aşağıdan geçen çaya akacak hale getirdiler. Yakındaki bataklıklar ilaçlandı. Sıtma için aşılama da yapıldı ve köy kurtuldu.
O yıllarda tarım ilaçları, fenni gübre, modern tarım teknikleri gibi birçok yenilik bilinmiyordu. Yıllar sonra köyden biri “Ekinlere Alaman b.ku atalım mı?” diye sormuştu. “Alaman b.ku” dediği şeyin azotlu gübre olduğunu anladığımda epeyce gülmüştüm, hatırladıkça hâlâ da gülerim. Eğitimin 12 yıla çıkması yıllar önce gerçekleşti. Buna rağmen hâlâ batıdan çok geride oluşumuzun asıl sebebi eğitim kalitesindeki seviye düşüklüğüdür. Bu durum tepeden tırnağa, her noktada kendini belli ediyor. Böyle giderse daha uzun yıllar kopyacılıktan kurtulamayız. Dış manipülasyonları engelleyebilecek kadroları da yetiştiremeyiz. Hatta yetişmiş olanları da ödenemeyen çekleri yüzünden, mevcut krize rağmen hapse atacak kadar akıl tutulması yaşamaya devam ederiz. Allah’a emanet olunuz.