Anayasa Mahkemesi Genel Kurul’u tarafından basılmamış olmasına rağmen el konulan ve imha edilen A. Öcalan kitabı hakkında çok önemli bir karar verdi.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının TMK 10. Madde İle Görevli Bölümü A.Öcalan’ın “Kürdistan Devrim Manifestosu, Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunma)” isimli kitapla ilgili olarak PKK terör örgütünün açıklamasının yayınlandığı ve propagandasının yapıldığı iddiasıyla, kitabın yayın koordinatörü, editörü ve kitabı yayına hazırlayan kişi hakkında soruşturma başlatmıştır.
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının arama kararıyla kitaba ait 3000 adet forma, 7 adet ciltlenmiş kitap, 1 adet kesilmiş kitap ve 20 adet kitap kapağına el konulmuştur. El koyma işlemi, Bakırköy 6. Sulh Ceza Mahkemesinin 18.09.2012 tarihli kararı ile onanmıştır.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı kitabın Ağustos 2012 tarihli baskısının tamamında, PKK terör örgütünün propagandasının yapıldığı gerekçesiyle kitabın toplatılması ve el konulması talebinde bulunmuştur. Terörle Mücadele Kanunun 10. Madde ile Görevli İstanbul 2 No.lu Hâkimliği, 21.09.2012 tarih ve 2012/156 sayılı kararıyla talebi kabul etmiştir.
Mahkeme; söz konusu kitabın yazarının silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan hükümlü Abdullah Öcalan olması, kitabın kapağında Irak, İran ve Türkiye topraklarında bir bölgenin ayrılarak içinin yazılarla belirginleştirilmesi ve kitabın 14 ayrı sayfasında silahlı terör örgütü PKK’nın propagandasının yapılmış olması gerekçeleriyle 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 25. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kitabın toplatılmasına karar vermiştir.
El koyma ve toplatma kararlarına itiraz edilmiş ama itirazlar reddedilmiştir. Hatta İstanbul 2 No.lu Hâkimliğinin el koyma kararına göre bir adreste yapılan aramada ele geçen kitabın 635 adet nüshasına el konulmuş ve kitabın 632 tanesi imha edilmiştir.
Soruşturma İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yetkisizlik kararı vermesinden sonra Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 19.03.2013 tarihli ve 2013/728 Sor. sayılı takipsizlik kararı ile sonuçlandırılmıştır. Savcılık 5187 sayılı Basın Kanun’un 26. maddesi uyarınca basın yoluyla işlenen suçlarda 6 aylık dava açma süresi öngörülmüş olmasına rağmen bu süre içerisinde dava açılamaması nedeniyle kitabın yayın koordinatörü, editörü ve kitabı yayına hazırlayan kişi olan şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
Basın özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılmıştır.
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından karar verilmiştir. 25.06.2014 tarih ve 2013/409 Başvuru numaralı kararla Anayasa Mahkemesi başvurucu Abdullah ÖCALAN’ın basılmakta olan kitabı hakkında mahkemece el koyma kararı verilmesi ve bu karara yönelik itirazının reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ve bu kapsamda basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından karşı oyları da dâhil olmak üzere kapsamlı bir inceleme ile verilen bu kararın gerekçesi ilginç ve incelenmeye değer bir karardır. Ama çok daha önemlisi Anayasa Mahkemesinin düşünce ve ifade özgürlüğünün korunmasındaki yaklaşımında çıtanın bir hayli yükseltildiği gerçeğidir. Bu gerçek, sevindiricidir.
AYM, “kitap toplatma” veya basılmamış kitaplara “elkoyma” ile ilgili bu kararında basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve özellikle “görüş edinme/görüş sahibi olma” gibi konularda ulusalüstü sözleşmeleri yorumlaması ve kararlarındaki gerekçelerde doğrudan doğruya kullanması da bir o kadar önemlidir.
Örneğin Anayasa Mahkemesi bu kararında “sınırlanabilir” birer hak olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği görüşündedir. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütlerin göz önüne alınmasını zorunluluk olarak görmektedir. Bu nedenle düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa’nın 26. ve 28. maddeleri kapsamında yapılması gerektiğinin altı bir kez daha çizilmektedir.
Bu temel hakka yapılan müdahalelerin haklı bir sebebe dayanması ve müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı ve ölçülülük ilkesi hakkındaki ölçütlerin uygulandığı Anayasa Mahkemesinin bu kararı ilginç ve doğru tespitlere sahiptir.
Örneğin bu kararda çok doğru ve haklı gördüğüm gerekçelerden biriside şudur:
“El koyma kararında söz konusu kitabın yazarının “silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan hükümlü Abdullah Öcalan olduğu” gerekçesine yer verilmiştir. İlk derece mahkemesi söz konusu kitabın yazarının kişiliğini terörle mücadele bağlamında değerlendirerek toplatma ve el koyma kararı vermiştir. Herhangi bir kimsenin yalnızca kişiliğine bağlı olarak düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne müdahale edilmesi haklı kılınamayacağı gibi yasaklanmış bir örgütün bir mensubunun veya yöneticisinin görüş ve düşüncelerini açıklaması da tek başına düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne müdahale edilmesini haklı kılmaz. Zira böylesi bir değerlendirme, bazı kişi ve grupların Anayasa’nın 26. maddesinde teminat altına alınan haklardan yararlanmasına engel olacağından anayasal hakların kullanılması bakımından kabul edilemez”.
Anayasa Mahkemesi kararını verdi. Kararın gerekçesi uzun, ama önemli bir karar...
25 Haziran’da Anayasa Mahkemesinin bu kararı vermesinden bir gün önce 24 Haziran 2014 tarihinde Başbakan; TBMM Grup toplantısında bir konuşma yapmıştı…
AKP’nin web sitesinde yer alan bu konuşmasının bir bölümünde Başbakan şöyle demiş; “Pensilvanya çetesi hakkında yazı yazdı diye her gün gazeteciler savcıya ifade veriyorlar. Pensilvanya şebekesi hakkında kitap yazma hazırlığı yaptı diye, bakın kitap yazdı diye değil, hazırlığını yaptı diye insanlar mahkûm ediliyor. Ama Başbakanın ofisine dinleme cihazı koyan zanlılar, Dışişleri Bakanlığı’ndaki en mahrem toplantının dinlenmesinden haberi olanlar ellerini, kollarını sallayarak dolaşabiliyorlar. Biz bu ifadelerimizle yargıya müdahale etmiyoruz, tam tersine yargıya görevini hatırlatıyor, yargıya çok ciddi bir sorunun varlığını gösteriyoruz.”
Ahmet Şık kitap yazmış diye, kitap yazma hazırlığında diye, daha basılmamış kitabından dolayı tutuklanıp hapse atılınca, Ergenekon üyesi diye tutuklandı ve yargılaması sürüyor. Hep bir şeyler diye diye hapse attığınız gazetecileri ne çabuk unuttunuz! Gazetecilerin ne kadar çok suçlu olduğuna dair sözlerinizi unutmanız ne kadar kolaymış meğer!
Gazetecilerin yaftalanması, suçlanması, tutuklanması, hapse atılması bile yetmemişti…13 Nisan 2011 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde konuşan Başbakan Ahmet Şık'ın tutuklu kaldığı hücresinde bile el koymak için aranan ve toplatılması kararlaştırılan kitap taslağı “İmamın Ordusu”yla ilgili sorulara kitabı bombaya benzeterek şu yanıtı vermişti:
“Bombayı kullanmak suçtur ama bombanın hazırlanmasındaki malzemeleri kullanmakta suçtur. Diyelim ki bir yerde bombanın kullanılmasında ne varsa, fitilinden ta diğer maddelerine varıncaya kadar ne varsa bunun ihbarı gelmişse, güvenlik güçleri gidip bunları toplamaz mı, almaz mı (…) ? Bu, yürütmenin yapmış olduğu bir eylem değil, yargının almış olduğu bir karardır. Kusura bakmayın, yürütmeye bağımlı bir yargı yok. Bağımsız bir yargı da görevini yerine getiriyor. Olayın aslı budur.”
Üç yıl önce dedikleriyle bu gün söyledikleri çelişenlerin yargı eliyle yaptıkları unutulur mu? Söylediklerini unutanlar kimlerdir? Yürütme mi, yargı mı? Yoksa her ikisi de mi?
Varsa ya da yoksa bilinmez ama varsa da yoksa da bu yargı kimin yargısıdır?
Bakalım “el konulması” için hapishanede bile “aranan” ama basılmamış “bomba gibi” kitap veya kitap taslağı yüzünden hapse atılan gazeteciler hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ne karar verecek?
Bakalım AİHM kararına Başbakan ve yargı ne diyecek?