Büyüklerimiz; “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” demişler. İnsanın yaptığı bazı haksızlıklar, çirkinlik ve kötülükler, manevi cezalar olarak, değişik şekillerde, daha hayatta iken kendisine geri dönmeye başlar. Örneğin haksız yere kamu malını yemek; kamu malına zarar vermek, özellikle de vakıf ve yetim malı yemek; yetimleri, savunmasız ve koruyanı olmayan, kimsesiz, güçsüz ve masum insanları, bilge kişileri incitmek; onlara zorbalık yapmak, Dini hafife almak ve onunla alay etmek gibi bazı kötülükler bu türdendir. Yetkinin kullanılmaması, kötüye kullanılması, cezada aşırıya kaçılması da böyle bir ceza sebebidir.
Herkes, her an kendi vicdanı ile birliktedir. Çirkin veya yanlış bir davranışta bulunanı kendi vicdanı bir gün hesaba çeker. Kişi kendi vicdanı önünde kendini savunur durur, sırf vicdanını rahatlatmak için göstermelik bazı iyilikler yapar. Ya da alkol, uyuşturucu, eğlence gibi şeylerle kendini avutmaya çalışır. Ama bunlar çözüm getirmez. İnsan ölünceye kadar kendi vicdanından kurtulamaz. Vicdan azabı da dünyada çekilen, en huzursuz edici cezalardandır.
İnsan ruhu ve vicdanı çok derinliği olan, gizemli, manevi varlıklardır. İnsan, kendisi dahi kendi ruh ve vicdanını tam olarak bilemez. İnsanın iç dünyası bir evren gibidir, sınırlarını Allahtan başka kimsenin bilemeyeceği koca bir âlemdir. İnsan günah işlediğinde, bir süre sonra yine kendi vicdanı kendini cezalandırır. O, yaptığı kötülükleri unutmuş bile olabilir. Böyle bir durumda yediği tokatların nereden ve niçin geldiğini de bilemez.
Örneğin iç huzuru kaybolur. Hiçbir şeyden tat almaz, hayattan zevk almaz olur. Sürekli işinin ters gittiğini sanır. Sık sık kendini yersiz endişe ve korkulara kaptırır. Acıların ve aksiliklerin peşini bırakmadığını düşünür. En küçük olumsuzluklar dahi onun gözünde devleşir. İç dünyasıyla barışı bozulmuştur. Kalabalıklar içinde yapayalnızdır. Ya da huzurlu bir uyku uyuyamaz hale gelir. Hayatı stres, sıkıntı ve acılarla geçmektedir. Pek çok imkâna sahip olduğu halde bunların hiçbiri işe yaramaz. Anlayamadığı bir şekilde hayat ona zehir olmuştur.
Allah’a sığınmayı, şükretmeyi, ibadeti ve tövbe etmeyi unutmuştur. İyilik yapınca duyulan, o anlatılmaz huzur ve mutluluğu unutmuştur. Allah’ın emir ve yasakları karşısındaki yanlışları ve isyanları ona ömür boyu acı çektirmektedir. Çektiği acılar, mutsuzluk ve huzursuzluklar, ya uzun sürelidir, içten içe, hafiften, inceden incedendir, ya da (Allah korusun) intihara götüren cinstendir. “Bazı insanlar Rabbine karşı gerçekten çok zalim ve pek nankördür,” (İbrahim Suresi, 34). “Şüphesiz Allah, hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler” (Yunus Suresi,44)
Sonsuz kudret ve merhamet sahibi olan yüce Allah, haksızlığa, zulme uğrayan güçsüzlerin intikamını bir gün mutlaka alır. Bu Onun acımasız oluşundan değil, adaletinden ve büyüklüğündendir. Allah, çok bağışlayıcı ve sonsuz rahmet sahibidir. Bu cezalardan kurtulmanın çaresi yine Ona sığınmaktır. Tövbe edip, yapılan haksızlıkları terk etmek, mağdur edilenlerin gönlünü kazanmaktır. Bunları tekrar yaşamamak içinse, Allah’ın hoşnut olduğu yeni anlayış ve davranışlara yönelmek gerekir. Bu amaçla, içinde bilge kişilerin de olduğu yeni bir sosyal çevre, yeni bir yaşam tarzı, yeni bir yol tutmak da gerekir.
Hayatın içinde sürekli karşı karşıya olduğumuz bu esrarengiz yargılama ve sonsuz sayıdaki, çok enteresan ödüllendirme ve cezalandırma biçimleri, Allah’ın koyduğu erişilmez ve zor anlaşılan bir sistemin eseridir. Böyle ilahi sistemler her alanda, çok sayıda vardır ama insan gaflet ve dalalet içindeyken bunları fark edemez, anlayamaz. Her iyiliğin ve her kötülüğün, ödül ve ceza yönünden bir karşılığı mutlaka vardır. Bunun nerede, ne zaman ve ne şekilde verileceğini önceden tam olarak bilmek imkânsızdır. En doğrusu Allah’a teslim olmaktır. Allah’a emanet olunuz.