"Bugün Fen ve Edebiyat Fakültesi mezunlarının pek çoğu ya işsiz ya da etüt merkezlerinde, sosyal güvencelerden yoksun veya üç kuruşa saatlerce çalışmak zorunda. Hâlbuki bilinmelidir ki onların yapabilecekleri en güzel şey öğretmenliktir. Ve öğretmen olmayı istemelerinden daha doğal ne olabilir?"
1997 yılının Haziran ayında üniversiteden mezun olduğum günü daha dün gibi hatırlıyorum. Mezun olduğumda yaşadığım duyguyu kolaylıkla tarif etmek mümkün görünmüyor. Fakültemin Fen-Edebiyat Fakültesi olması bile kendimi bir öğretmen adayı olarak hissetmeme engel değildi. Üstelik 4 yıl boyunca haftanın iki gününde Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde aldığımız öğretmenlik formasyonu dersleri de bize öğretmen olabilme hakkı tanımış ve bizde öğretmen olma ümidiyle mezun olmuştuk.
Şimdi gencecik bir öğretmen adayı olarak 24 Kasım 1997 tarihini iple çekiyordum. Öyle ki her 24 Kasım kendisini minnetle andığım ilkokul öğretmenimin bana şiir okuttuğu 1986 yılının 24 Kasım’ını hatırlatıyordu. Böylece öğretmen olmak isteğimin geri dönülmez bir şekilde depreştiği o anı yeniden yaşayacaktım. Bu duygularla bir taraftan bakanlığın müracaatlarımızı kabul ettiği dönemi sabırsızlıkla bekliyor, diğer taraftan akademisyen olma hayalimle yüksek lisans sınavlarına hazırlanıyordum. Nihayet 1997 yılı yazını hiç bitmeyen bir enerji ve hevesle tamamlamış, henüz atamam gerçekleşmeden yüksek lisans sınavı kazanabilmiştim. Şimdi artık hiç dinlenmediğim yaz mevsiminin sonunda arkama yaslanıp hangi köyün öğretmeni olacağımı sabırsızlıkla bekleyebilirdim. Bu dönemlerde henüz sınav sonucuna göre atama yapılmıyordu. Bilgisayar kuraları açıklandığında 24 Kasım’ı bir öğretmen olarak yaşayamayacağımı öğrenmiş ve uzun bir süre hayal kırıklığının etkisinden kurtulamamıştım.
O günden itibaren bir öğretmen adayı olarak bırakın konu komşunun suallerine cevap vermeyi, ailemin beklentilerini yerine getirememiş olmayı nasıl hazmedebilecektim? Üstelik hevesim kursağımda, babamın cüzdanından medet ummaya nasıl devam edecektim? Yani annemin “Al oğlum harçlığın olsun” diye elime sıkıştırdığı veya gizlice cebime koyuverdiği paralar ile geleceğimi oluşturabilme arzusunu nasıl bağdaştırabilecektim? Bütün bu soruların etkisiyle kaptığım gibi diplomamı ve işe yaramayan bir sürü sertifikayı, Beyşehir Milli Eğitim Müdürlüğü’nün yolunu tutmuş ve o tatlı heyecanımla, şube müdürünün kapısını çaldıktan sonra, kapıdan içeri girer girmez: “Sayın hocam ben öğretmen olmak istiyorum”. Demiştim. Şube Müdürü daha şaşkınlığını üzerinden atamadan bir daha tekrarladım: “Ben Öğretmen olmak istiyorum”.
Şubedeki görevlilerin şartları yerine getirdiğimi öğrenmelerinin ardından artık Babamın doğup büyüdüğü köyde, ama gidemediği okulun ücretli Tarih öğretmeniydim.
Aman Allah’ım nasıl bir duyguydu o. O nasıl bir güzellikti, artık ben 24 Kasım’da bir öğretmendim. Ne kutsal bir meslekti, aldığım ücreti vilayet ile köy arasında yaptığım haftalık yolculuk giderlerine harcamak bile daha o zamanda bu mesleğin para için yapılmayacağını öğretmişti. Ancak bu kadar sevgilisi olmama rağmen hayat şartları bir daha 24 Kasım’ı öğretmen olarak yaşamayı bana nasip etmeyecekti. 1998-1999 öğretim yılını, 1998 yılı Şubat ayında atandığım köy okulunda tamamlamış olsam da akademisyenlik hevesim çok sevdiğim öğretmenlik mesleğine galip gelecek, Sosyal Bilgiler öğretmeni olarak atandığım Aksaray İli Ilısu Köyü İlköğretim Okulu’nda sadece 6 ay görev yapabilecektim. O küçücük ve pek çok imkândan mahrum okulumda öğrencilerimin “Öğretmenim” nidaları hala kulaklarımda çınlamaya devam ediyor.
Akademisyen olma hayallerim nedeniyle belki öğretmen olarak kalabilmek mümkün olmamıştı, ancak artık öğretmenler yetiştirebilecektim. Bu benim için çok daha büyük bir mutluluktu. Ama ne yazık ki çok geçmeden fakültemiz öğrencilerinin öğretmen olabilme imkânları büyük ölçüde kapanacaktı. Şimdilerde, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Profesör olarak çalışan bir akademisyen olarak, Öğretmen olmak ümidiyle yola çıkmış ve bu mesleğe gönül bağı bulunanların öğretmen olamamalarını görmekten üzülüyorum. Ancak belki yıllardır verdiğimizin mezunların öğretmen olamadıklarını görmenin hüznü bir tarafa, öğretmen olamayacaklarını bilen ve mezun olduktan sonra ne olacaklarını dahi bilmeden, öylesine okuyan bir sürü gencin istikbal kaygıları da mesleğimizden aldığımız hazzı yani mesleki tatminimizi azaltmaktadır. Öyle ki masum ve günahsız küçücük yüreklere öğretmen olabilme hayaliyle yanıp tutuşanların bugün ekmek parası için ne iş olsa yaparım noktasına gelmeleri bizleri de oldukça etkilemektedir.
Son zamanlarda Öğrencilerimiz rızklarını temin etmek için Emniyet Camiası'na dahil olmaktadır. Bu durum bir mesleğe kavuşarak yuva kurmalarına ve hayatlarını kazanmalarına yol açtığı için bizleri fazlasıyla sevindirmektedir. Ancak keşke aldıkları eğitime uygun bir mesleğe yerleşebilmiş olsalardı. Yine de her şeye rağmen Türk Polis Teşkilatı'na vatanperver, şerefli, onurlu, haysiyetli, çalışkan ve başarılı yüzlerce Polis yetiştirmiş bir okulun hocası olmakla iftihar ettiğimi ifade etmeliyim. Türk Polis Teşkilatımızın 172. kuruluş yıl dönümünü kutlar, ülkemizin her tarafında canla başla çalışan polislerimizin alınlarından öperim. Allah'ım onları muhafaza etsin. Sizlere bir ömür minnettarız. Fethi Sekin'ler hiçbir zaman bitmeyecektir.