Uzun uzun zaman önce memleketin birinde sınıra çok yakın ticaretle uğraşan oldukça hareketli, olaysız günü geçmeyen bir şehir varmış. Bu şehirde yaşayan durumu iyi sayılan tüccarlardan biri, sınır kapısından geçmiş komşu diyarın bir şehrine. Oradan daha da ilerilere gitmiş. O diyarın ortalarında, kendi halinde, oldukça sakin bir şehre gelmiş. O şehirdeki Hanlardan birinin sahibiyle çocukluk yıllarına uzanan bir dostluğu varmış. Doğruca o hana inmiş. Hancı ile sarılmışlar. Hancı sen demiş bana kardeş gibisin hatta kardeşten de ilerisin. Hele demiş bir oturalım, karnını falan bir doyur sana diyeceklerim var.
Vakit akşam olmuş. Akşam yemeğinden sonra, Hancı, çocukluk arkadaşım demiş, senden bir dileğim olacak. Hanımın öleli beş yıl oldu. Bizim burada uzaktan akraba bir kadın var. İki yıl kadar evvel kocasını savaşta kaybetti. Kocasının kardeşleri, akrabaları kadının nesi var, nesi yok, her şeyi yağmaladılar. Bir yaşlarında bir oğul sahibi. Ne kendine ne de o oğula bakacak durumda değil. Gel bir büyüklük et.
Tüccar, bana demiş sabaha kadar müsaade et. Tüccar o ana kadar ne kadını görmüş, ne de oğlunu. Tam uyuyacakken, o şehirde saygı duyduğu, sözüne itimat ettiği yaşlı bir adam çalmış kapısını.
Tüccar seni bana Allah gönderdi demiş. Sana danışmam gereken bir mevzu var. Hem de çok acil.
Sonra da anlatmış Hancı arkadaşının talebini…
Yaşlı adam, arkadaşının dedikleri doğru demiş, fazlası var, eksiği yok. Nikahta keramet var demişler. O küçük çocuğa da babalık yaparsın. Senin ilk hanımından kaç çocuğun vardı? Tüccar üç tane demiş. 15 yaşında bir kızım var, ondan iki yaş küçüğü de kız, oğlumda beş yaşlarında, anasını doğumda kaybetti. Ana nedir bilmedi hiç. En büyük ablası analık yapar garibe…
Ertesi gün kadın ve oğlu gelmiş Hana. Tüccar, benim demiş durumum bu. Kendi çocuğundan gayrı, benim çocuklarıma da analık yapman gerekiyor. Hemen karar verme. Kadın benim demiş düşünecek bir halim yok. İnsanın kendi akrabaları dahi sırtını döner mi? Hepsi birlik oldular, rahmetli kocamın nesi var nesi yok kendi aralarında bölüştüler. Anam dahil, babam dahil, ağabeylerim dahil. Şeytan görsün yüzlerini. Hancı ağabey sahip çıkmasa, çoktan kale surlarından oğlumla birlikte atlayacaktım. O kurtardı.
Tüccar tamam anladım demiş. Hancı ve yaşlı adam bir araya gelmişler. Kadınla tüccarı evlendirmişler. Tüccarın şehrine on günlük bir mesafeymiş iki şehir arası. Yeni yeni dillenen çocuk, tüccara baba demeye, kucağından hiç inmemeye başlamış. On gün sonra, Tüccar ve karısı evlerine gelmişler. Çocuklar biraz şaşırsa da, büyük kız bakmış ki yanlarında sevimli bir çocuk var. Hemen almış kucağına. Dosdoğru erkek kardeşinin yanına götürmüş. Bak demiş, sen artık ağabey oldun. Sarıl bakalım kardeşine.
Erkek kardeşleri bir bakmış ki, hiç tanımadığı bir kadın. Ablaları anamız uzaklara gitti, bir gün mutlaka gelecek diye avuttukları için, kadına sen demiş benim anam mısın? Cevabını beklemeden koşmuş sarılmış kadına. Tüccarın gözleri dolmuş, kadınında, kızlarında…
Kadın ertesi gün kızları almış karşısına…Bana demiş ister ana deyin, ister abla, isterseniz adımla çağırın. Başından geçenleri bir-bir anlatmış. Kadın ağlamış kızlar ağlamışlar. Ben demiş yemin olsun sizden hiçbir şey istemem. Ne yemek pişirin derim, ne de şurasını silin süpürün. Nasıl dilerseniz öyle davranın.
Kızlar bir saat kadar düşünmüşler. Büyük kız, sen demiş belli ki iyi bir kadına benzersin. Erkek kardeşimizin bir anda sana kanı kaynadı. Babamız da senden razı. Biz sana neden ana demeyelim ki demiş. Sen iş yaparken biz bakamayız. Aramızda iş bölümü yapalım. Kadın açmış kollarını sarılmış kızlara…Mahalleli fazla sürmez, evden ağlamalar, feryatlar bağırışlar duyulur diyorlarmış. Ağzı en çok laf yapan kadını hoş geldin babından kadına göndermişler. Lafçı kadın az kalsın küçük dilini yutacakmış. Evdeki uyuma, kadının çocuklara olan sevgisine bir bakmış. Yalan söylesem Allah beni taş yapar demiş atmış kendini dışarı.
Aradan yaklaşık yirmi yıl geçmiş. Kızlar evlenmiş. Tüccarın oğlu ve karısının oğlu Sultanın ordusunda cesaretleriyle tanınan savaşçılar olmuşlar. Kadının oğlu, savaşın birinde yaralanan ağabeyini sırtlamış, şifahaneye kadar getirmiş, başarıları efsane gibi anlatılıyormuş.
İki savaşçı birkaç gün izin almışlar gelmişler şehirlerine.
Tam evlerine gireceklerken, mahalledeki kadınlardan biri, Tüccarın oğluna, sen biraz dur bakalım delikanlı demiş, sana diyeceklerim var. Hatta durun ikinizde dinleyin. Ardından da, Tüccarın oğlu demiş, ana dediğin kadın öz anan değil. Kadının oğlu demiş, baba dediğin adam da senin baban değil. Biriniz anasıyla geldi, birinizde ana buldum, anam geldi sandı. Haydi varın bakalım şimdi evinize.
Delikanlılar hiçbir şey demeden girmişler evlerinden içeri. Akşama doğru bütün aile toplanmış. Tüccarın oğlu babam demiş, kardeşimle birlikte sayısız savaşa girdik, birçok olaya şahit olduk, sırt sırta çok kılıç salladık. Bugün artık yalan olmayan, saklanması mümkün görünmeyen, ablalarımızın çok daha iyi bildiği bir konuyu öğrendik, hatta biraz da deştik.
Babam kardeş bildiğim bu delikanlıya babasızlığını, ana bildiğim bu kadın da bana anasız olduğumu hiç hissettirmedi. Ablalarımız beni kardeş bildiğim bu yiğitten hiç ayırmadı, hiç ayrı tutmadı. Varsın kim ne derse desin, ne düşünürse düşünsün. Bu kadın benim anamdır. Bu yiğitte kardeşim.
Kadının oğlu, babanı baban bildim. Ablalarını ablam, seni de ağabey demiş. Bana bunları çok öncesinden söylemişlerdi. Büyük kızın kayınpederi, iyi söylersin yiğit de demiş, Babalığın şu anda bu şehrin en zengini oldu. Lakin sen mirasçı olamazsın, abla dediğin kız oğlumla evli, üç tane torunum var, diğer ablanın da iki çocuğu var.
Kadının oğlu, benim demiş kimsenin malında mülkünde gözüm yok. İşte size söz, babalığımın malından tek bir çöp dahi istemem. Bana yapmış olduğu babalık benim için dünyaya değer. Ablalarımın ve ağabeyimin de önünden geçmem. Onlardan da herhangi bir talebim yoktur.
Adam bu dediklerin bugün için böyle demiş, para bu, mal bu, adamı bugün böyle, yarın başka konuşturur.
Tüccarın oğlu fazla ileri gittin babalık demiş. Seninkisi konuşmak değil, aramıza nifak sokmak. Ya sen terk et bu evi, yada biz çıkıp gidelim. Ortalık buz kesmiş. Ablalarının kayınpederinde korkudan bet beniz atmış!
Aradan bir yıl kadar geçmiş, komşu diyarla savaş çıkmış. O diyardan gelme delikanlının soylu akrabası savaşta esir düşmüş. O esiri kadının oğlunun yanına getirmişler. Beyim demişler bu esir seni tanıdığını söylüyor. Yaşlı esir; ben demiş savaşta ölen babanın amcasıyım. Babanın nesi var nesi yok, hepsini paylaştık. Lakin kimimiz salgın hastalıktan öldü, kimimiz savaşlardan. Geriye bir ben kaldım, birde sen. Anan nasıl bir ah çektiyse önce anası babası öldü, sonra ağabeyleri, benim kardeşlerim de salgında ardı ardına öldüler. Çocukları da savaşlarda. Götür beni, mallarını sana teslim edeyim. Huzur içinde öleyim. Sultandan izin almışlar. Kadının oğlu, ağabeyim dediği tüccarın oğlu olan Muhafız başını da alıp, bir yaşlarındayken ayrıldığı şehrine gitmiş. Baba mallarını üzerine almış.
Döndüklerinde Sultan, ben demiş her ikinizden de çok memnunum. Ordularım ikinizin komutasında hiç savaş kaybetmedi. Ne para da, ne mevkide ne ikbalde gözünüz var. İsterim ki, hep yanımda kalın, yanımda durun. Kız kardeşimin iki kızı var. Büyük olanı ağabeyinle, küçük olanı da seninle evlendirmek dilerim. Yanımda olun ki, memleketim güvende olsun. Onlarda, ferman Sultanımızın demişler.
Anlatırlar ki; kardeşler arasında hiçbir zaman para, mal mülk konu edilmemiş. Ablaların çocukları Payitahta okumuşlar. Büyük ablanın oğlu daha sonraki yıllarda memlekete Vezir olmuş. Küçük ablanın kızı, bir Vali Paşa ile evlenmiş. Büyük ablanın kayınpederi çocukların birbirlerine olan tutkunluklarına akıl sır erdiremeden bu dünyadan göçmüş. Tüccar ve hanımı örnek bir aile olarak mutlu ve bahtiyar yaşamışlar. İki oğulları daha olmuş. Tüccar o ikisini kendi gibi tüccar olarak yetiştirmiş. İki kardeş omuz omuza vermişler, ilerleyip gitmişler.
Şehir şehire, diyar diyara, han hana, hancı hancıya, yolcu yolcuya, tüccar tüccara, yetim yetime, öksüz öksüze, baba babaya, ana anaya, abla ablaya, ağabey ağabeye, kardeş kardeşe benzer…
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…