Konya’da tipik okul binası düşündüğünüzde, zihninizde etrafı asfalt kaplanmış hoplama zıplama alanı ve etrafı demirlenmiş yüksek duvarlarla çevrili, eski “devlet okulu” renklerinden arındırılmış, ama nedense pembe rengin ağır bastığı dikdörtgen bloklar canlanır.
Karatay’ından Altınekin’ine, Akşehir’inden Meram’ına ve Selçuklu’sundan Çumra’sına, son yıllarda tüm okul binalarının biçimi nedense birbirlerine benziyor. Modernlik, bu binaların tüm formlarını, tıpkı TOKİ benzeri yapı üslubuyla giydiriyor, şehirleri belirli bir mimaride inşa ederek “birleştirmeyi” amaçlıyor. Fakat birbirini tekrarlayan bu kutu binalar, bulundukları bölgenin sosyal ve kültürel değerlerinden kopuk endüstriyel bir mimariyi yansıtıyor.
Birbirinin aynısı kutu şekillerden oluşan binaların içinde eğitim alan öğrencilerin de, istenen belirli sosyal standarda uygun olarak tek tip ve birbirlerinin kopyaları olarak yetiştirmek amaçlanıyor olsa gerek. Müfredatta istense de yapılamayanlar, hala eleştiri konumuz olurken, şimdi de uygun olmayan binalara “zoraki okul” formu giydiriliyor. “Bina yapılmış mı yapılmış. Okuyacak adam her binada okur, eskiden o da yoktu” itirazlarının bilimsellikten uzak olduğu ortadadır.
Okulun mimarisi çocuğun kişisel gelişimi için gerekli olan doğru formlara, doğru mekanlara ve doğru renklere sahip olsaydı kötü mü olurdu? Bu acele nedendir? Özellikle Konya’da son birkaç yılda açılan İmam Hatip Liseleri binalarının İmam Hatip Liseleri’ne uygun olup olmadığı etüt edilmeden, ya da edildiyse bile hazırlanan olumsuz müfettiş raporları sümenaltı edilerek bir oldu bittiye getirilirken bu okullarda eğitimde yaşanan telafisi oldukça güç sıkıntılar ortaya çıkmaktadır.
Bizim kendimize ait bir “mektep formu”muz olmasın mı? Ne doğuya ne de batıya benzeyen hikmet ve bilgiden yoksun mühendislik projeleri, sevimsiz mimari üsluplar, kime nasıl hizmet verecek? Elde kalmış inşaat malzemeleri ve cephe boyaları mı değerlendirilmek istenmektedir, bu gerçekten düşündürücüdür.
Avrupa tam 100 yıl önce tek tip, kışlacı mekan tasavvurundan vazgeçmişken, biz neden kötü alışkanlıklarımıza devam ediyoruz? “Zarfı bırak mazrufa bak” diyen koca koca adamlar, okullara “inşaat” olarak baktıklarından zarfın içindekileri de “demir, kum, çimento” olarak göreceklerdir. Öyle görmeseler Konya’da ve diğer şehirlerde de gelişigüzel pembe, sarı, mavi, kırmızı, turuncu, mor renklerle kombine edilmiş okul renklerimiz olmazdı.
Artık okul binaları biçimsel olarak ofis binaları, fabrika binaları, hastane yapıları gibi diğer yapı türlerinden ayırt edilemiyor. Tabelalarını görmesek, içeride ne gibi bir aktivite olduğunu söylemek mümkün olmayacak…
8 yaş çocuklarının sınıf mekânı özellikleriyle, 17 yaş çocuklarının sınıf mekanları aynı mı olmalı? Bir binanın güney cephesi kuzey cephesi ile aynı yapılabilir mi? Mimarinin biçimi ve karakteri okul binasının farklılıklar gösteren fonksiyonlarına ve duyarlılığına göre değişmelidir. Milli Eğitim’de bu alanda kafa yoran bir birim var mıdır? Ücret kavgasından başka sendikacılık yapamayanların da bu alanda Milli Eğitim’e sunmuş oldukları herhangi bir proje yok maalesef.
Günümüzde özgün bir mimari/şehir oluşturulması çabası, mimarlarımızın en önemli ahlaki sorumluluğudur. Örneğin bir İmam Hatip Lisesi binasında, mescid, konferans salonu, kütüphane planlanmış olmalı değil midir? Spor Lisesi’nde spor salonu, Tarım Lisesi’nde tarımsal alan ve İmam Hatip Lisesi’nde ibadet eğitimine müsait bir mekan temin edilemiyorsa, orada eğitimden söz edilemez.
Tasarlanan okulların hayat dolu olması isteniyorsa, çocuk olmanın nasıl bir şey olduğu hatırlanmalıdır. Talebelerin keyifli bir şekilde eğitim görecekleri mekânlar tasarlayabilmek için mimarımız, kendi içindeki çocuğu ortaya çıkarmalıdır. Sonraki, bizim işimiz…