Fatih Kutlubay, Gülhan Tuba Çelik, Necip Tosun, Aykut Ertuğrul, Mustafa Everdi, Adem Karafilik gibi isimlerle; hikaye türü, KitapYurdu olayı, yeni çıkacak edebiyat dergisi gibi konular sizi bekliyor.
8. 1991 doğumlu genç hikayeci Fatih Kutlubay’ın Ketebe’den çıkan ‘Misak’ın Aynaları’nı tekrar okudum. Geçen sene mart ayında çıkan, 14 öykü ve 120 sayfadan müteşekkil kitapta iyi bir anlatıcıyla karşı karşıyayız. Bazı hikayelerde başarılı bir epik anlatıcısına da dönüşüyor Kutlubay. İsimler üzerinde de epey çalıştığı belli oluyor yazarın, fakat bazı hikayelerde (mesela Hüsrandağ hikayesinde Elnaz, ‘Atmacanın Gör Dediği’nde Elbruz ismi gibi) isimleri çok tekrar etmesi yoruyor. Bir de ‘Ne Bir Damla Kan Ne Başka Bir İz’ hikayesindeki bazı diyaloglarda kibar bir söyleme, eski zamanlara ait ‘malumat’ gibi kelimelerin olduğu naif bir dile rastlanırken Jilet Tevfik, Beton Ömer gibi kaba saba karakterlerin, argo tabirlerin iç içe kullanılması kafa karışıklığı yarattı bende. Kitapta en çok ‘Siyah İplik’ adlı hikayeyi beğendiğimi de belirtmek isterim. Karakterlerle daha bir içselleştiğim, kahramanımızın sevdiği kız olan Muazzez’e duygularını çok başarılı ve etkileyici aktarması, hikayenin alakasız görünen girişten sonra başka bir hal almasının yarattığı hoşlanmadan olsa gerek.
9. Evde bolca vakit geçirdiğimiz bu dönemde ben de bolca okumalar yapıyorum; sonra okurum diye kenara ayırdığım birçok kitaba da tesadüf etmedim değil bu süreçte. Bu okumalarım ilginçtir, farkında olmadan yoğunlukla hikaye türüne kaymış gibi. Halbuki hikaye beni en çok yoran türlerden biri, kitapların kapalılığı, anlaşılamaması gibi mevzular değil mesele. Genç hikayecilerin kendilerini abartılı bir dozajda önemsemesi, sosyal medyada bu sanrıdan kaynaklanan yaklaşımları, pek çoğunun malum kimseleri kendilerine şeyh belleyip çok yönlü gelişime kendilerini kapatmaları, hikayelerin hemen hemen aynı konular etrafında, aynı tarzda, deneme-anlatı tarzı bir çizgide konumlandırmaları ilk planda aklıma geliveren etkenler.
10. Neyse sözü uzatmayayım, öğretmen ve hikayeci Gülhan Tuba Çelik’in ‘Evsizler Şarkı Söyler’ini tekrar denedim okumayı. ‘An’ı anlatmaktan, içselleştireceğimiz etraflı bir kurgudan mahrum bırakılmış, kasvetli duygu ve acımalardan nefes alamayan, hikaye sanatının mayın tarlası ve bana göre en önemli yapı unsurlarından diyalogların hemen hiç olmadığı, bol kasvet ve ezilmişlik soslu hikayeleri yine devam ettirip okuyamadım, yarıda bıraktım ve bir kenara kaldırdım.
11. Aykut Ertuğrul’un geçen yıl tam da bu zamanlarda, Mayıs 2019’da çıkan kitabı ‘Kusurlu Rüya- Tuhaf Zamanlarda Öykü’ sü de okumak için kenara ayırdığım bir kitaptı ve okudum. İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde hikaye türü üzerine ufuk açıcı ve farklı düşünmelere sevk eden yazılar, ikinci bölümde ise kitap değerlendirmeleri yer alıyor. Hikaye değil kitap değerlendirmeleri diyorum çünkü Ertuğrul birkaç romanı da ele alıyor hikayeciler ve hikaye kitapları yanında. İlk bölümdeki yazıların çoğunu başta Post Öykü’den hatırlar dikkatli okuyucu, bol bol bu dergiye göndermeler de var doğal olarak. Netflix’ten sonra hikaye yazılıp yazılamayacağı, öykümüzde gelişmeden ziyade yığılma olduğu gibi günümüz kamusunda kültleşen fikirleri de barındıran bu yazılarda zorlama bir yorum olacak belki ama aklıma hep içimde barınan bir düşünce geldi; Sol kesim neden sağ kesim edebiyatçılardan bahsetmezken, sağ kesimin yazılarında sık sık bu cenahın mümessilleri yer alır? Aykut Ertuğrul yazılarının ve kitap kritiklerinin geneline temayüz etmiş üstten bakma, kibirli ve öğreten uzman tavrını özellikle Ahmet Büke’de unutuveriyor, soğukkanlı duruşunu yitiriyor ‘Kusurlu Rüya- Tuhaf Zamanlarda Öykü’de . Necip Tosun da geldi hatırıma bu minvalde. Aykut Ertuğrul ikinci bölümü meydana getiren kitap değerlendirme yazılarında usta ve genç isimlere de yer veriyor, Ahmet Altan hariç ele aldığı kitapları da beğendikleri arasından seçtiğini görüyoruz.
12. Yine hikayeden gidelim. Gidelim gitmesine de bir şey dikkatinizi çekmiştir, ısrarla ‘hikaye kelimesini kullanıyorum. Konu ettiğim yazarlar ve eleştirmen Necip Tosun başta genelde ‘öykü’ kavramı kullanılsa da, öykü ve hikayenin farklı şeyler olduğu dillendirilse de ben ‘hikaye’nin daha bizden, bize ait ve doğru kelime olduğunu hissediyorum ve inanıyorum; bu yüzden hikaye’yi kullanmaya devam edeceğim. Hatta bu konuda TYB’nin Kültür Sanat Yıllıklarının sonuncusunda ana başlık ‘Hikaye’ olarak seçilmişken ve uygun görüşmüşken, Necip Tosun ısrarla değerlendirme başlığı olarak yine ‘öykü’yü kullanma inadını sürdürmüştü.
13. Evde durmanın benim açımdan güzelliklerinden biri de ülkemizde kitap satışlarının artış göstermesi oldu. Türk filmlerinde olduğu gibi güzel giden şeylerin ardından hemen bir olumsuzluk yaşanır ya bu güzel haberi gölgeleyen gelişme online yayın satış mecraı ‘KitapYurdu’nun pek çok kitabı geçici olarak satıştan çekmesi oldu. Aşırı yoğunluk, malum mücbir sebepler kaynaklı nakliye hizmetleri gerekçe gösterildi sanırım.
14. Ömer Lekesiz’in sosyal medya hesabında beni çok sevindiren bir haberle karşılaştım. Lekesiz, mayıs ayında yeni bir kitap ve eleştiri dergisinin müjdesini veriyordu. Ben bu satırları yazarken derginin çıktığı ve nasıl olacağı hakkında bir bilgi yoktu ama kim bilir siz bu satırları okurken dergi çıkmıştır ya da en azından serencamı ve yapısı gibi konular aydınlığa kavuşmuştur.
15. Benim için geçen haftanın en önemli gelişmelerinden biri de bugünlerde tabiri caizse moda olan online söyleşilerden biriydi. Adem Karafilik, kendi instagram hesabında başlattığı, ‘Edebiyat Yükselişte’ başlıklı kültür insanları söyleşi serisinde Mustafa Everdi’yi ağırladı. Sosyal medya hesabımda da yazdığım gibi hiçbir şey eskisi gibi olmayacak artık, bunun fitilini de muazzam cesur çıkışla Everdi yaptı. Bu söyleşi yakında Karafilik’in Youtube hesabında olacakmış, kaçırmayın derim.
16. “Bilkent Üniversitesi’ne gittiğimde ben 18 yaşındaydım. Kötü bir lise eğitimi almıştım, zorlandım, zorlanmadan olmaz, müesses nizam. Türkiye’nin en büyük problemi budur, televizyon, Yeşilçam öyle bitti; kitap sektörü de öyle bitecek. Okuyucuyu aptal zannetmek büyük hata. Okuyucuyu hiç zorlamayayım diye düşünüyorlar, hiç zorlamazsan sektörü öldürürsün. Hollywood bile zorluyor, bir Tarantino’yu çıkarıyor. Tarantino Türkiye‘de olsa bir tek film bile çektirmezler, halk bunu anlamaz diye. İnanılmaz bir potansiyel var Türkiye‘de. Düzgün ve kaliteli kitabı yazarsınız satıyor.” Emrah Sefa Gürkan
17. “Okuduğumuz kitaplara, yaşadığımız zaman boyunca dokunmadıklarımızdan sadece bir kısmını ekleyebileceğiz. Geriye okumaya değer pek çok kitap kalacak. Bunun için üzülmeli miyiz peki? Neden üzülelim? Dünya hayatı yaşadığı kadar... ve ne edindikse dünyadan nasibimiz kadar...Ne bir kitap eksik, ne bir kitap fazla” Gökhan Özcan
18. İslâm pratik ve dinamik bir dindir. Bu yüzden mü'minlerin sürekli maddi ve manevî bir gelişmenin içinde olmalarını ister. (Delilleriyle Aile İlmihali, Hamdi Döndüren)
19. Çünkü insan, milliyet; deri rengi, ırk ve toprak parçası ortaklığı ötesinde ve dışında yine insan olarak kalır, ama ruh ve düşünceden uzaklaşmış, mahrum olmuş bir insan düşünülemez. Ayrıca insan, sırf hür iradesine dayanarak inancını, düşünce biçimini, görüş açısını ve hayat tarzını, metodunu değiştirebilir. Fakat milliyetini, derisinin rengini değiştiremez. Hangi ırkın çocuğu olarak ve hangi sınırları çizilmiş toprak parçası üzerinde doğacağını tayin edemeyeceği gibi. Buna göre bireyleri hür iradelerine ve şahsi tercihlerine dayanan bağlar etrafında bir araya gelen toplumlar, uygar toplumlardır. (Yoldaki İşaretler, Seyyid Kutub)
20. 'Din konusuna gelince, Batı Avrupa solunun teolojiyi bu kadar görmezden gelmesine, din karşısında bu kadar kayıtsız kalmasına hep şaşmışımdır. İşin gülünç yanı, kültürel sol bir de en çok ilgilendiği şeyin popüler kültür olduğunu iddia ediyor! Din kadar etkili, derin, kalıcı, zengin ve popüler olan kültür alanı mı var? Din ideolojik olarak bazı görevler yerine getirir ki kültür bunları yapamaz. Kültürün günümüzde kriz içinde olmasının nedenlerinden biri de bence budur. Kültürün din kavramının yerine geçmesi bekleniyordu ama hiçbir zaman bunda yeteri kadar başarılı olamadı. Evet, doğru, büyük ölçüde ateist bir geçmişten gelen sol dinle ilgilenmedi, dini küçümsedi, bu yüzden de böylesine ciddi bir söylemle bağ kurmayı başaramadı. Kendinden utanmalı." (Edebiyat Nasıl Okunur, Terry Eagleton)