Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir mektup, beni derinden etkiledi ve sizlerle de paylaşmak istedim. Bu mektup, vefat etmeden önce düşüncelerini mürekkebe döken küçük bir çocuğun hayat hikâyesini anlatıyordu. Masum bir bakış açısıyla kaleme alınan bu metin, hayatın gerçeklerini bir kez daha gözler önüne sererken, ne kadar acımasız olabileceğini de ibretle gösteriyordu.
Mektupta, küçük çocuk "Hayatta her şeyin bir karşılığı vardır" diye yazıyordu.
Küçük bir el tarafından kaleme alınmış, büyük anlamlar taşıyan bu mektup, bir çocuğun son nefesini verirken hayata dair derin düşüncelerini yansıtıyordu. Her satırında, hayatın zorluklarına ve her şeyin bir karşılığı olduğu gerçeğine dair bir kabulleniş yatıyordu.
Bakkaldan aldığı çikolatanın parasından, çay ocağında içtiği çayın bedelinden bahsederken, çocuğun gözünden gördüğümüz dünya, maddiyatla dolu bir yer gibi gelmişti banada. Arkadaşlarıyla çay içmek bile bir menfaat beklentisine dönüşmüş, insanlar çıkarları için yaşamayı istikamet edinmiş durumda olduğundan bahsetmişti. Eğitim, iş, evlilik... Her adımda bir bedel, her seçimde bir karşılık istenmişti bu hayatta, kendisinden. Hayat insanlardan hep bir şey almıştır," diye yazmış. Ve o da bu hayattan kendini alıkoyma kararı vermiş. Bu kararı neyin tetiklediğini bilemiyorum. Belki de masumiyetinin çalınmasına isyan etti, belki de bu anlamsız döngüden kurtulmak istiyordu. Beklide temiz kalmak istiyor ama bu hayat kendisini hep bir yerlerde takılı bırakmıştı belliki.
Bu mektup, sadece bir çocuğun son sözleri değil, aynı zamanda varoluşumuza dair derin bir sorgulama. Gerçekten de hayat sadece bir alışveriş mi? Her şeyin bir bedeli olmak zorunda mı? Yoksa bu maddiyatın ötesinde, daha derin bir anlam var mı?