İzzetin, onurun, şerefin, haysiyetin, aidiyetin, Allah’a teslimiyetin adeta vücut bulduğu İslam beldesi olan Gazze’deki zulüm nedeniyle dünya kerhen dönüyor… Güneş kerhen doğuyor, gün kerhen ağarıyor…
İnsanlığın öldüğü bu topraklarda yaşayan 7’den 77’sine tüm Müslümanlar müthiş bir teslimiyet örneği sergiliyor.
Yaralanmış, şehadetine ramak kalmış minicik bedenler, imanın nasıl bir duygu olduğunu, yüce Allah’a kendini emanet etmenin ne demek olduğunu kelime-i tevhidler ve şehadetlerle adeta tüm dünyaya haykırıyor.
Gazze fiziki anlamda yerle bir olsa da manevi anlamda arşa ulaşıyor. Bu müthiş teslimiyet, tüm dünyaya örnek teşkil ediyor. Ediyor da görmek istemeyen gözler görmüyor…
Taşın toprağa dönüştüğü, betonların yıkıldığı her yerden iman filizleniyor. Gazze’nin maneviyatı adeta tüm dünyayı kucaklıyor.
Biz de oturduğumuz yerden sadece bakıyoruz…
Baktığımızda son nefesine ramak kalmış Gazzeli bir yavrucağın şehadet şerbetini içmeden önce getirdiği kelime-i şehadetle imanımızı tazelemeye çalışıyoruz.
Bir ananın minicik bedenini kucakladığı yavrusunu defnedebileceği küçücük bir toprak parçası ararken gözünden dökülen damlalarda kayboluyoruz.
Bir babanın çaresizlik içerisinde olsa bile isyan etmeden içindeki acıyı haykırışında bu zulmü Müslüman’a reva görenlere lanet ediyoruz.
Müslüman’a gavur eziyeti deyiminin tam da karşılığını bulduğu anlara naçar bir şekilde şahitlik ediyoruz.
Gazze yıkılırken diriliyor, Gazze her yıkımda daha çok diriliyor. Ve ne yazık ki ölen biz oluyoruz.
Onların bedeni belki can veriyor ama bizim ruhumuz can veriyor.
Onların hayatta kalanları ile bizim yaşarken ölenlerimiz arasındaki en büyük fark da zaten alenen ortada…
Kınamayla olmuyor artık.
Oradaki çocukların oyunları bile bombardıman altındaki Gazze…
Henüz şehadet mertebesine ulaşmamış olan çocuklar, oyunda şehit oluyorlar. Sanki başlarına gelecekleri tahmin edip önceden senaryosunu uyguluyorlar.
3-5 çocuk biraraya geldiğinde oyun oynuyor. Öyle ya çocuk bunlar… Oyun oynayacak, oyunla büyüyecekler, oyunla öğrenecekler…
Oyunda bile halen yaşıyor olmalarına şükrederken, buldukları bir çaput parçasının üzerinde taşıdıkları minik arkadaşlarının şehit oluşunu canlandırıyorlar. Kendilerine ne yaptıkları sorulduğunda “Şehid Allah’ın sevgilisidir” oyununu oynadıklarını söylüyorlar.
Az daha yetişkin hale gelmiş 10’lu yaşları görmüş olanlar ‘Büyüyünce ne olacaksın?’ sorusuna “Büyüdüğüm zaman… Biz Filistinli çocuklar büyüyemeyiz. Her an vurulabiliriz, yolda yürürken ölebiliriz. İşte Filistin’de hayat böyledir” diyerek yüreğinde zerrece vicdan, merhamet duygusu taşıyanların kalbine bir ok saplıyor.
Ve biz tüm bunları kurguymuş gibi, bir sinema filminin senaryosuymuş gibi izleyip geçiyoruz.
Oradaki çocukların oyunlarından ibaret sanıyoruz yaşanan vahşetleri. Ölümmüş, zulümmüş, bunların hepsi oyunmuşa getiriyoruz olayları.
Sahi, nasıl hesap vereceğiz?