Ortadoğu bataklığına saplandık… Çırpındıkça batıyoruz…
“Dip dalga” kendini iyiden iyiye hissettiriyor. Emperyal güçlerin petrol ve yeraltı zenginlikleri için hiçe saydığı bizim gibi gelişmekte olan ülkeler ne yazık ki maşa olarak kullanılmakta… Bizim stratejik müttefiklerimize olan gönül bağımızda haçlı seferleri için payanda olmamızı gerektiriyor ne yazık ki.. İşte bu noktada IŞİD ile mücadele adı altında çıkarılan bir tezkere söz konusu… Doğrudur… IŞİD bir terör örgütüdür… Sonuna kadar da mücadele edilmelidir. Ama bizim hükümetimizin asıl hedefi IŞİD değildir, Esad’dır… Zaten cumhurbaşkanının resmi sözcülüğünü yerine getiren başbakanımız tarafından bu husus açıkça dile getirilmiş ve “Esad’ı devirmek için asker gönderebiliriz.” cümlesi sarf edilebilmiştir… Sadece bu cümle bile aslında aylar önce silah görünümlü insani yardım tırlarının nereye ve ne amaçla gönderildiğinin açıklanmasıdır… Dolayısıyla dün “bizim çocuklara” gönderilen “insani yardımların” bugün artık insani olmadığı anlaşılmıştır.
Dün bizim çocuklar diyerek öfkeli insan grubu olarak tanımladığımız terör örgütü bugün sınırlarımızda katliam yapmaktadır… Kobani’de insanları öldürmektedir. İşte bu noktada bölgede yaşayan halka sahip çıkılmalıdır, insanlık adına sessiz kalınmamalıdır... Ama kimse de bölgede yaşayan masum halkı kullanmaya kalkmamalıdır...
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde faşizmin her türlüsüne karşı çıkılmalıdır...
Eğer ki bugün Van yanıyorsa, eğer ki bugün İstanbul yanıyorsa, eğer ki bugün vatandaşlarımız, polislerimiz ölüyorsa bunun müsebbibi; Habur'da teröristleri davul zurna ve devlet töreniyle karşılayanlardır... Kobani'deki insanlık dramını siyasi ranta çevirmeye çalışanlardır...
Açılım bahanesiyle ulusal değerlerimize saldırıyı kendine hak görenlerdir...
Ve... Bunun sorumluluğu Atatürk önderliğinde emperyalistlere karşı birlikte savaşarak bu ülkeyi Türk, Kürt, Laz, Çerkez... birlikte kurtarıp; farklılığımızı zenginlik olarak göremeyen ve bugün birlikte yaşamayı bir türlü beceremeyen bizlerdedir.
Ülkemiz yangın yerine dönmüşken siyasal iktidardan her zaman ki gibi, tıpkı gezi olaylarında olduğu gibi ortalığı yatıştırmak yerine kutuplaştırmayı tercih eden açıklamalar gelmektedir. İçişleri bakanı zaten gergin olan tarafları yatıştırmak yerine yangına körükle gitmekte; aslında olayın ve insanlığın ne kadar dışında olduğunu göstermektedir. Ölen onlarca insanımız için ilgili bakan yerine hayvancılık bakanının açıklama yapması ayrı bir abesliktir.
Hükümetin sorumluluktan kaçmak adına başkalarını suçlarken kullandığı lobi edebiyatını bu sefer de kaos lobisiyle devam ettirmesi ise bizi şaşırtmamıştır. Faiz lobisi, vaiz lobisi, yahudi lobisi derken şimdi bir de kaos lobisi çıktı... Sıra ne zaman hükümet lobilerine gelecek ve ne zaman fatura, basiretsiz yöneticilere kesilecek? Ne zaman bir yönetici çıkıp da “bu olayların sorumluluğu bizdedir… Yanlış yaptık.” diyebilecek…
Bu noktada Selahattin Demirtaş’ın ilk açıklamaları ve halkı sokağa daveti ne kadar tehlikeli ise, içişleri bakanının misliyle mukabele açıklaması da o kadar tehlikelidir… Bu noktada her iki siyasinin de basiretli davranmadıkları açıktır…
Ortalık bu kadar karışıkken, ülkemiz yangın yerine dönmekteyken siyasilere düşen görev yatıştırıcı olmaktır… Kim olursa olsun ve hangi siyasi görüşe mensup olursa olsun, hangi görevi yaparsa yapsın; eğer hakkını, düşüncesini savunurken şiddeti kullanıyorsa meşruiyeti sorgulanacaktır. Bu anlamda da siyasilere ve kamuoyu önündeki kişilere düşen görev gerginliği giderici açıklamalar yaparak kitleleri yatıştırmaktır… Kışkırtmak veya yangını körüklemek değil.
Acının ırkı olmaz… Acının dini olmaz… Ölümün dili her yerde aynıdır… Ana dili ağıttır…
Tekrar soruyorum… Etnisite ayrımı yapmaksızın bizler Türk, Kürt, Laz, Çerkez… bu ülkeyi birlikte kurtarmışsak neden birlikte yaşayamıyoruz?…
Türkmenler öldüğünde sessiz kalanların, bu olaylarda ortaya çıkmasında samimiyet sorgulanır… Filistin’e ağlayanların, Esma’ya gözyaşı dökenlerin bugün ölen insanlarımız için “iyi olmuş” demesi samimiyetlerinin sorgulanması için yeterlidir…
Ölümün ırkının, dilinin ve dininin olmadığını, ortada cinayet varsa, katliam varsa kimden gelirse ve nereden gelirse karşısında durulup mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyorum…
Bayrağımızı yakanların, Atatürk’ümüzün büstlerine ve anıtlarına saldıranların Kürt kardeşlerimizin tümünü temsil etmediklerini biliyorum, buna inanıyorum ve tekrar ediyorum…
Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla , Çerkez’iyle… Hepimiz biriz, bütünüz, güçlüyüz…