Bugün, İslam dünyası yöneten ve yönetilenleriyle büyük bunalım yaşamaktadır. Bu durumun birçok iç ve dış nedeni olmakla birlikte en önemli nedeninin gerçek anlamda İslam’ı yaşayamadığımız ve dünyevileştiğimizden kaynaklı olduğunu düşünüyorum.
Dünyanın malı mülkü, şanı şöhreti, şehveti insanımızı gerçeği göremeyecek düzeyde esir almış durumdadır. Bu körlük hali kişiye zarar verdiği gibi çevresine de zarar vermektedir.
İşte bu duygu yoğunluğu birazda mahcubiyet içerisinde Emevi Halifelerinden Ömer bin Abdülaziz Hazretlerinden hem yönetenlere hem de yönetilenlere örnek olur düşüncesiyle edindiğim bilgileri kısaca paylaşmak istiyorum
Ömer bin Abdülaziz Hazretleri adalet ve takvası ile meşhur bir hükümdardır. Annesi Hazreti Ömer(ra) Efendimizin oğlu Asım’ın kızıdır. Peygamber Efendimiz(sav)’in vefatından 47 yıl sonra 679 yılında Medine’de doğdu. Çok kıymetli Âlimlerden ilim tahsilini tamamladı. Amcası Halife Abdülmelik’in kızı Fatıma ile evlendi. Devrin en büyük zenginlerinin arasında bulunuyordu. Cömertliğinden servetini ilim talebesi, âlim ve fakirlere dağıtırdı.
Genç yaşında Mekke ve Medine valiliğine tayin edildi. Adaletli yönetimi, şöhreti her tarafa yayıldı. Çok insan memleketini terk ederek Hicâz’a yerleşti.
Halife Süleyman bin Abdülmelik’in iki oğlu olmasına rağmen yerine yeğeni Ömer bin Abdülaziz’i halife tayin etti. Bu yükü taşımaktan korktu, ürktü ve dehşete kapılarak kabul etmek istemedi. Etrafındaki âlimler, kabul etmediği takdirde indi ilahîde mesul olacağını, bu yükün ancak kendisi tarafından taşınabileceğini bildirerek kendisini ikaz ettiler. Tüm emirlerinde biati ile kabul etmek mecburiyetinde kaldı.
Halife olduktan sonra getirilen süslü alay atlarına binmedi ve hilafet sarayına değil: “Benim kıl çadırım bana yeter!” diyerek evine gitti. Eşi Fatma’yı yanına çağırarak; “Eğer benimle birlikte olmak istiyorsan ziynet ve mücevherlerini hazineye bırakacaksın; onlar senin yanında iken ben seninle beraber olamam” dedi. Eşi bütün ziynetini hazineye bıraktığı gibi kendisi de elli bin altınının hepsini fakir fukaraya dağıttı.
Hizmetkarlarını serbest bırakarak halkının en mütevazi yaşayan bir ferdi gibi yaşayarak ümmete tevazu ve fazilet örneği oldu.
Halifeliği döneminde yaptığı bütün işlerde Kıyamet gününü, hep gözünün önüne getirip kalbinde hissederek, devamlı bir vicdan muhasebesi içindeydi. Halkının haklarını hakkıyla yerine getirememekten çok endişe ederdi. Halife olduğu zaman, oldukça iri bir vücuda sahip olmasına rağmen kısa zamanda eridi sırtındaki kemik izleri görülür hale geldi.
Hilafet makamına geçtiği gün, zamanın tanınmış, zühd sahibi ve ehli hal alimlerini toplayıp:
“Halk bu hilafeti her ne kadar nimet gibi kabul etse de benim için taşınabilmesi güç, çok ağır bir mesuliyet olarak görüyor tavsiyelerinizi rica ederim” dedi. Onlardan bir tanesi şu veciz nasihatte bulundu:
“Ey Halife! Yarın kıyamet günü kurtulmak istersen, Müslümanların yaşlılarını baban, gençlerini kardeşin ve küçüklerini evladın bil! O zaman bütün Müslümanlara kendi evindeki ana, baba, kardeş ve evladın gibi muamele etmiş olursun..” dedi.
Dört büyük halifenin yolundan ayrılmadı. Müslim ve gayri Müslim bütün halkına iyi ve âdil davrandı. Döneminde toplumda sevgi ve saygı hakim olduğu gibi halkın kültür seviyesi de yükseldi.
Malatya Rumlardan yüz bin esir karşılığında satın alındı. Afrika’da bütün Berberîler onun zamanında Müslüman oldu. İslam ordusu Fransa’ya girerek Endülüs İslam Devletinin temelleri atıldı.
Bir hutbesinde; “Ey cemaat! Kendimde bir üstünlük gördüğüm için size böyle nasihat ettiğimi zannetmeyin! İçinizde belki benden daha çok rahmet ve mağfirete muhtaç kimse yoktur. Kendim ve sizler için Rabbime sığınıyorum. Allah(cc)’ın kitabını, Hz. Muhammed (sav) Efendimizin sünnetini, güzel ahlak ve kalbi duygularını kendinize örnek alınız. Ancak kurtuluş bundadır” buyurarak ümmetin nasıl hareket etmesi gerektiği üzerinde hususiyetle durdu.
Kendisini çekemeyenler tarafından, 720 yılında zehirlenerek şehit edildi. Ölümüne Müslümanlar kadar gayri Müslimler de üzüldü. Cenazesinin arkasından ağlayan bir rahibe, Halife senin dininden değildi, neden ağlıyorsun” dediler. Rahip: “Ben şunun için ağlıyorum. Yeryüzünde bir güneş vardı. Şimdi battı” dedi.
Ömer bin Abdülaziz Hazretlerinin halifeliği iki buçuk sene sürmüştür. Öldüğünde üzerinde bir gömleğinden başka malı olmamasına rağmen Müslümanlar tam 25 sene zekât verebilecekleri fakir bulamadılar.
Kabri Suriye’nin Humus şehri yakınlarındaki Deyres Siman adlı küçük bir köydedir. Hz. Allah(cc) rahmet etsin, şefaatine nail eylesin.