Onlar Muhacir, biz Ensar

Rasim Atalay

Tam iki haftadır depremle yatıyor, depremle kalkıyoruz…

İçtiğimiz suda, yediğimiz yemekte, teneffüs ettiğimiz havada deprem kokusu var…

Televizyon ekranlarında, radyolarda, gazetelerde, internet sitelerinde depremden ve depremin geride bıraktıklarından haberler…

İçimizde de hep ‘Hadi yeni bir deprem daha olursa’ korkusu…

Biz kendi dünyamızda depremle mücadele ederken, depremin asıl zedeledikleri, memleketlerini, yurtlarını, evlerini, barklarını, iş yerlerini, arabalarını, tüm mal varlıklarını bırakıp, bir kuru canları ile çıktılar ve düştüler yola…

Geride sadece maddi olarak bir şeyler bırakmadılar. Maddi olanların yanında kimisi anasını, kimisi bacısını, kimisi kardeşini, kimisi atasını bıraktı…

Kimisi karısını, kimisi kocasını, kimisi evladını bıraktı da geldi.

Oradan gelen herkes hüzünlü, herkes mahzun, hepsinin sol yanı yaralı…

Bir yanı çökmüş, tutunacak tek bir dalları dahi kalmamış halde olan yüz binlerce depremzede vatandaşımızın Allah’a tevekkül edip çıktıkları yolda en önemli duraklarından biri Konya oldu.

Konya’nın deprem bölgesindeki yapıp ettiklerine şahit oldular. Deprem bölgesine akın akın giden yardımları gördüler. Konya’nın hoşgörüsünü bildiler.

Ve dediler ki, ‘Biz önce Allah’a, sonra Konya’ya ve Konyalılar’a emanetiz.’

Bu bilinçle başta Hatay, Malatya, Kahramanmaraş olmak üzere o bölgede kendilerine hayat alanı kalmamış olan birçok depremzede kardeşimiz geldi Konya’ya…

Hoş geldiler, safa geldiler. Başımızın üstünde, ocağımızda, soframızda baş köşede yerleri var.

Muhacire ensar olmak, göçene otağ kurmak Konya’nın bin yıllardır süregelen medeniyetinin bir gereğidir.

Konya’da düşmüşün elinden tutmak bir gelenektir.

Bu şehir kimleri kucaklamadı, kimleri bağrına basmadı ki… Depremzedelere mi kucak açmayacaktı, onlara mı minderinde yer göstermeyecekti…

Ensar şehir olan Konya bu bilinçle hareket ederek deprem muhacirleriyle varını yoğunu paylaştı, paylaşıyor.

Allah bu bilinçle hareket eden herkesten razı olsun.

Sadece Konya değil aslında, Anadolu’nun dört bir yanında aynı bilinçle hareket edildi.

Bugün onlaraysa yarın bizeydi en nihayetinde. Nasıl bir felaketin ne zaman, hangi hal üzerine bizi bulacağını kimse bilmez, bilemezdi…

Bizim için önemli olan insanlık etmek, insanca davranmak, insana yakışanı yapmaktı. Ve olması gerektiği gibi de oldu.

Deprem bölgesinden Konya’ya hicret etmiş olan onlarca insanla birebir konuşma fırsatı buldum bu süreçte.

Uzaktan yakından hepimize dokundu aslında bu durum. Akrabalarımız, arkadaşlarımızdı bir kısmı. Ama hiç tanımadığımız insanlarla da bu vesile tanışmış, kaynaşmış olduk.

Yüce Allah’ın Hucurat Suresi 13. Ayette “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Soyunuz sopunuzla birbirinize karşı övünesiniz diye değil, birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık” ayetini hatırlattı bu durum. Bambaşka diyarlarda, bambaşka renklerde, hiçbir şekilde birbirini tanımayan insanlar tanıştı, kaynaştı bu dönemde.

Depremzede kardeşlerimizle yaptığımız sohbetlerde ‘Nasıl oldu, ne hissettiniz, deprem anında ne yaptınız, sonrasında ne yaptınız, yakınlarınızdan ölen ya da yaralanan oldu mu’ gibi soruları ardı ardına dökmek vardı da hiç birini soramadık. Çünkü yüzlerdeki masumiyet, gözlerdeki endişe, hal ve hareketlere yansıyan korku her şeyi anlatmaya yetiyor da artıyordu bile.

Bu vesileyle biz sormasak da muhabbet sırasında “Bir daha aynı durumu Allah kimseye yaşatmasın” diyor ve arkasından ekliyorlardı, “Yeniden aynı topraklara gitmek, orada nefes almak, orada yaşamak… Vatanımız, toprağımız tamam da şu anki psikolojimizle mümkün görünmüyor tekrar oralara dönmek…”

Sığınılacak güvenli bir liman olarak görülen Konya anlaşılan birçok muhacire kalıcı bir mesken haline gelecek. Konya, bu dönemde çok sayıda göç alacak. Geçmişte 1999 yılındaki Marmara depreminde olduğu gibi.

Sadece Konya değil, iş potansiyeli yüksek, hayat standartları belli bir eşiğin üzerinde olan, fiziki yapısı itibariyle de güven veren civarımızdaki Karaman ve Aksaray şehirleri de çok sayıda depremzedenin yeni konarı, yeni konağı, yeni hayat alanı haline gelecek.

Dediğimiz gibi, başımızın üstünde yerleri var. Baş üstünde tuttuğumuz insanların elinden tutmak da bizim en önemli vazifemizdir.

Buradan hareketle de şunu söylemek gerekir, biz ev kiramızın bedeli birse iki diyemeyiz, ar ederiz, ar etmeliyiz. Ev eşyamızın bedeli neyse odur. Bakkaldan aldığımız ekmeğin fiyatı da, içtiğimiz bir tas çorbanın ederi de, bir bardak sıcak çayın bedeli de aynıdır, değişmez, değişmemelidir.

Bilmem anlatabildim mi?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.