Şimdi ülkemizin her karışında Kurban Bayramı hazırlığı yapılıyor ancak pek çok gencimiz bayramın tadını çoktan unutmuş bulunuyor. Hatta bayram sevincini yaşamak şöyle dursun, pek çoğu bayramın kendilerine zehir olacağını bile düşünüyor. Okulunu bitirmeye ve tarihçi unvanı almaya aday gençlerin durumunu daha yakından biliyorum. 17-18 yaşında büyük ümitlerle geldiği üniversiteden mezun olmaya yaklaştığı dönemlerde, her tatilde koşarak gittiği memleketine, artık gitmemek için bahaneler üretmeye başladılar bile. Belki de anne ve babasının karşısına diplomasını götürmek için sabırsızlandığı günler çoktan hayalini kurmaktan vazgeçtikleri arasına girdi. Anne babasının bir meslek sahibi olma beklentisine cevap vermek bir tarafa, bayram ziyaretleri başta olmak üzere sık sık karşılaşılan eş akraba dost veya komşularının “Guzum sen şimdi ne oldun?”, “Vaah daha okuyacan mı?”, “Eee ne zaman mürüvvetini göreceğiz?”, “Ya senin düğünde oynamayacağız mı şöyle?”, “Sen ne evde oturup durun?” gibi ardı arkası kesilmeyen sorulara muhatap kalmaktan çoktan yoruldukları için memleketlerine bile isteyerek gidemeyecekler.
Belki de gelinlik kızlarımız bayramlarda gelen gidenin “Bu kız gelinlik çağa mı gelmiş? Maşallah Maşallah” sözlerinin arkasından gelecek pek çok soruya muhatap kalmamak için odasına kapanıyor. Ya da erkeklerimiz cebinde harçlığı olmadığı için bir çay ısmarlamak mevzu bahis olur diye yıllardır görüşmediği arkadaşlarıyla buluşmaktan kaçıyor. Çalışana iş çok diye iç geçirenlerin, 22-23 yaşına kadar okumak pahasına anne ve babasının berbere çırak vermekten, kendi dükkânında bile çalıştırmaktan sakındıkları çocuklarının şimdi, işsiz kalmamak için orada burada çalışabileceğini düşünmesinler. Üstelik kitap okumaktan ve kalem tutmaktan başka hünerleri olmayan bu gençlerin sabahtan akşama kadar tezgâhtarlık veya kasiyerlik yapabilecek ne güçleri var, ne de bunu artık hazmedebilecek kadar dirayete sahipler.
Öğretmen olma hayaliyle büyümüş gençlerin, hemen tamamı, hayatlarını başka alanlardan kazanma fırsatını da çoktan kaçırmış bulunuyor. Bizim tabirimizle “aklı havada” olduğu günlerde üniversitede karşılaşıp gönül koyduğu ve bir yuva kurma beklentisini oluşturduğu yavuklularının da evlenme zamanının gelmiş olması “Babam işsize kız vermez” cümleleri ile sürekli çatışma gösteriyor. Hatta iki de bir Şube’den gelen askerlik çağrısı ile yavuklusunun gün aşırı gönderdiği mesajlar, istikbalinin ne olacağı meçhul bu gençlerin ümitlerini ve hayallerini bütünüyle perişan ediyor. Bu kadar meçhul arasında KPSS kursuna gitmek için verilecek parayı bulmak müşkülü, atanmak için 82 nota ulaşmak hedefiyle birleştiğinde ortaya çıkan stres, her evde ana babaya asi, eşiyle dostuyla kavgalı, kendisine ve devletine sebepli sebepsiz küskün veya kırgın bir neslin ortaya çıkışını kolaylaştırıyor. Artık babasının günde 10 defa söylediği “Çalış çocuğum” sözünü daha az duymak için kahvaltıya kalkmayan, annesinin “Bir kısmet çıksa da versek” sözünü işitmemek için akşam yemeğinde sofraya oturmayan gençler, yaşadıklarının etkisiyle depresyona girmiş ve intiharı düşünme eşiğine gelmiş bile olabilir. Elbette ki bu kesinlikle bir çözüm değil, lakin atanmayı bekleyen tarihçilerin mutlaka ama mutlaka bir çözüme ihtiyaçları var. Çözümü düşünmeden önce onlar ne diyor, kimden ne bekliyor? Onları dinleyelim ve gençlerimizi meçhule KURBAN etmeyelim.