Genel kabul görmüş haliyle kişi başına düşen gelir miktarı 1.000 dolar’ın altındaysa düşük gelirli ekonomi olarak tanımlanmakta. Orta Gelirli ekonomiler ise iki gruptan oluşuyor. Alt Orta (1.000-4.000 dolar)ve üst orta gelirli (4.000-12.275 dolar) olmak üzere. Bunun üzerinde bir kişi başı milli gelire sahipseniz yüksek gelirli ekonomi olarak tanımlanıyorsunuz.
Bizde tartışılan orta gelir tuzağı meselesine gelince sadece bize has bir mesele değil birçok ekonominin yaşadığı bir sorun. Bu tanım kişi başına milli gelirin belirli bir düzeyi geçememesi durumu yani kısaca durgunluk içine girilmesini özetlemek için kullanılmaktadır. Türkiye alt orta gelir düzeyine 1955 yılında ulaşmış ancak 50 yıl boyunca üst orta gelir düzeyine geçmeyi beklemiştir. Kaybedecek bir 50 yılımızın olmadığı gerçeğinden yola çıkarsak bu tartışmanın ekonomik anlamda Türkiye’nin en verimli tartışması olduğu bir gerçektir.
Bu sorunu yaşayan ülkelerin ortak problemleri:
1-Tasarruflar ve yatırımlar düşük düzeydedir.
2-İmalat sanayisi yavaş gelişme gösterir.
3-Üretimde çeşitlenme ve verimlilik düşmeye başlar.
4-İş gücü piyasasında oluşan şartlar gelişme gösteremez.
Bunların hepsi görülebileceği gibi bir kaçının olması halinde de orta gelir tuzağından bahsetmek mümkündür.
Çok büyük petrol rezervleri ya da maden kaynakları keşfetmez isek buradan kurtulmak için neler yapılması gerektiğini tartışmaktan başka çaremiz yoktur. Zaten hükümetin gerek orta vadeli ekonomik programında ki büyüme hedefleri gerekse güçlü ve dengeli büyüme için açıkladığı yapısal dönüşüm programları bu amaçla örtüşmektedir. Birçok kez dile getirilen tasarruf oranlarının artırılması ve bu yolla yatırımlara iç finansman yoluyla kaynak sağlanması Ülkemizin bu tuzaktan kurtulmak için atacağı en önemli adımdır. Bizim üretimde çeşitlilik ve verimlilik konusunda bir eksiğimiz olduğunu düşünmüyorum. Türkiye son 50 yılda imalat sanayinde ürünlerini çeşitlendirmiş birkaç mala dayalı üretimle sınırlı kalmamıştır. Yakaladığı ihracat performansı bunu teyit etmektedir.
İş gücü piyasası koşullarına gelince burada da almamız gereken çok mesafe var. Son yıllarda hızla artan nitelikli işgücü ihtiyacı ülkemizin eğitim sisteminden başlayarak işgücü konusunda çok ciddi adımlar atmasını gerektirmektedir. Zira ortalama 7,6 yıl eğitim süresi ile buluş yapmak teknoloji geliştirmek tasarım yapmak markalar oluşturmak ne derece mümkündür tartışılır.
İmalat Sanayimizin gelişimini hızlandırmak bizim en önemli önceliğimiz olmalıdır. Zira ülkemiz en hızlı büyüdüğü yıllarda imalat sanayisinin katma değer payını artıramamış tam tersine genel toplamda ki payını azaltmıştır. Bu konuda açıklanan birçok teşvik modeline rağmen yatırımların istenen ölçüde olmaması mutlaka sorgulanmalıdır. İmalat sanayimizin neredeyse tamamını oluşturan Kobi ler işte bu bakımdan çok büyük öneme sahiptir.
Sınırlı sermayelerine rağmen yatırım yapmaya çalışan pazarlık güçleri zayıf olduğu halde tüm dünyada müşteri arayan birçoğunun organizasyon şeması dahi yokken büyük şirketlerden daha dinamik bir yapıya sahip bu küçük ve orta ölçekli işletmeler son 3 yıl içerisinde 170’ten fazla Ar-Ge merkezi açmayı, 4.000’den fazla proje yürütmeyi başarmışlardır. Teknoloji tabanlı kobilerin sayısı 3.000’ü geçmiş durumda. 2014’te 270 adet patent almayı başardılar.
Gelişmiş ülke Türkiye için net satışlarda imalatın payı artmak zorundadır. Bugün hala üretiminin %70’ini düşük teknoloji ürünlerden gerçekleştiren Türkiye, kobilere yüzünü dönmelidir. Kobiler bugüne kadar yarattıkları sinerji ile Türkiye’nin büyümesine ve gelişmesine en büyük katkıyı sağlamışlardır.
Orta gelir tuzağından Türkiye kurtulmak istiyorsa öncelikle Kobilerini orta gelirden kurtarmalıdır. Kobiler orta geliri aşarsa Türkiye gelişmiş ülkeler içerisinde yerini alacaktır.