Uzun uzun zaman önce memleketin birinde esnaf ve mesleklerin rağbet gördüğü, anıldığı bir şehir varmış. Bu şehrin iyi ustaları, kaliteli kalfaları ve meslek öğrenmeye istidatlı çırakları değişik meslek dallarında çok başarılıymış.
Hatta öyle ki, bu şehirden ustalar, memleketin diğer şehirlerine mesleklerini öğretmeye giderler, bazıları da oralarda kalır giderlermiş.
Bu şehirde, kağıt ticaretiyle uğraşan bir dükkan varmış. Büyükçe bir dükkanmış. Hem kağıt, hemde yapmış oldukları işçilik çok kıymetliymiş.
Kağıtlar oldukça uzak diyarlardan gelirmiş. Şamdan, Semerkant’tan, Çin’den, İran’dan ve Hint’ten geldiği anlatılırmış. En fazla bulunan ve ucuz olan Şam kâğıdı olsa da, Devletâbâdî, Hatâyî, Âdilşâhî, Harîrî Semerkandî, Sultânî Semerkandî, Hindî, Nizamşâhî, Kasımbegî, Harîrî Hindî, Gûnî Tebrîzî, gibi kâğıtlar varmış. Sultânî ve Âbâdî kâğıtların ham maddeleri ise ipekmiş. İşte bu dükkan tıpkı bir kağıthane gibi çalışmaktaymış. Hatta biz böyle bir kağıthaneyi bir Payitahtta gördük, birde burada diyenlere rastlanırmış. Özel kervanlarla, özel muhafızlarla birlikte gelirmiş kağıtlar. Onun için bu şehrin okuyanı- yazanı, araştıranı çok imiş.
Dükkanın sahibi şehre yakın bir kasabadan şehre gelmiş, kurduğu dükkanla, tatlı dili ve güler yüzüyle, sadece o şehirde değil, Payitahta kadar uzanan bir üne sahip olmuş.
Sofrası meydandaymış, dükkanındaki kalfaları ve çırakları o işe yatkın ve özellikle kendi kasabasından seçip getirmiş. Sanatını kalfalarına ve çıraklarına öğretirken de, bizzat işin içine girip onlarla birlikte çalışırmış.
Günün birinde bazı dostları demişler ki, senin bu dükkan, oldukça kıymetli bir dükkan. Sen niye kendini harap edersin, kalfa gibi çırak gibi çalışır durusun. Çekil kenara, dükkan sahibi gibi dur. Sen buraya ya Frengistandan bir dükkan ağası getir, yada Frengistan usulünü bilen bir dükkan ağası biz sana tavsiye edelim, dükkan değil tanınmak, bilinmek, yeminle uçsun gitsin. Namı Çine ve Hint diyarına kadar ulaşsın.
Dükkan sahibi o güne kadar kendisine sadakatle bağlı olan, sanatını oldukça güzel icra eden adamlarına konuyu açmayı hiç düşünmeden, Frengistan usulü çalışma kaidelerini bildiği söylenen, tavsiye edilen bir dükkan ağası ile anlaşmış ve onu getirmiş dükkana.
Getirmiş lakin, bir daha dükkanın sahibinin yüzünü anca bayramdan bayrama görmeye başlamış kalfalar ve çıraklar. Ve tabi ki bu manzara hepsinin zoruna gitmiş.
Eski samimiyet, yakınlık ve içtenlik ortadan kalkmış, ustayı görmek, dükkan ağasının iznine tabi olmuş. Sonra aldıkları ücretlere de bir haller olmuş. En fazla çalışanlar, dükkanın kahrını çekenler, yerinde sayarken, yeni başlayanlar, o eski çalışkan kalfalardan daha fazla akçe almaya başlamışlar.
Dükkan Ağası, toplamış herkesi, bu işler Frengistanda böyle olur, şöyle olur diye başlamış ahkam kesmeye…Hem hepsine tepeden bakıyor, hemde burnundan kıl aldırmıyormuş. Kimin ne derdi var, önce bana söyleyecek, ben değerli ve önemli bulursan dükkan sahibimize götürürüm, geriye ne varsa bana diyeceksiniz, bana geleceksiniz diye de, bir emir-name hazırlamış.
Ustanın en çok güvendiği kalfası bir süre sonra ayrılma kararı almış. Sonra bir başka kalfa daha, bir başka kalfa daha ayrılmışlar dükkandan.
O çok güvenilir kalfanın ayrılması çok koymuş eski ustaya. Herkes gitse o gitmez diyordum diye de, eşine dostuna anlatmış, lakin ayrılmanın nedenini her nedense deşelememiş!
Kalfalardan anlatılanlardan en iyi olan ikisi, bir süre bir başkasının yanında çalışmışlar. Sözüm ona ortaklarmış amma, Kalfaların tabiri caizse, etinden sütünden, derisinden, kemiğinden faydalanıp, onları orta yerde bırakıvermeyi düşünen yeni dükkan sahibinin bu durumunu çok çabuk fark eden kalfalar, oradan da ayrılmışlar.
Demişler ki, biz aynı kasabalıyız, gel beraber bir ortaklık kuralım.
Etraftan demişler ki, “akıl ortağı ortak, mal ortağı kaypaktır”, olacaksanız akıl ortağı olun. Aman ha demişler “ortak atın beli sakat olur”, aman ha…”Senden zengin olan ile ortak olma”, çok şükür sizde böyle bir şey yok, ortaklık kolay değil diye amiyane ifadelerde dahil, neler dememişler neler…
Meslek aleminde haset de çokmuş, fesatta, hele kıskanç aramadığınız kadar çokmuş. Bu iki kalfa biz demişler, kendi işimizin, kendi dükkanımızın sahibi olacağız. Çalıştığımız insanlara da dükkan ağası gibi davranmayacağız, bizde dükkan ağalığı olmayacak.
Bu arada, ustalarının dükkanında dükkan ağası ile dükkan sahibinin oğlu el ele vermişler, ne kadar vasıflı, çalışkan, başarılı kalfa ve çırak varsa hepsini dağıtmışlar.
O meşhur dükkan sahibi, yer değiştirmiş filan amma, küsen ve kırılan kalfalar ve çıraklar şehrin değişik mevkilerinde küçükte olsa birer dükkan açıp yollarına devam etmişler. Gönül kırılmaya görsün demişler ya, bir daha hiçbiri geri dönmemiş.
Dükkan sahibinin has kalfaları, sonunda açmışlar dükkanlarını. Bu iki kalfayı, daha önce ustalarının yanından tanıyan müşteriler, az da olsa bu gençlere destek olalım demişler.
Gerçekten zor günlermiş. İki ortak sırt sırta vermişler, el ele vermişler, kan kussalar kızılcık şerbeti içtik demişler, sırlarını kimseye vermemişler.
Göç gide gide düzelir diye bir söz vardır ya hani…İşler düzelmiş düzelmesine de, bu ortaklık bazılarının işine gelmemiş, ortaklıklarını bozmak istemişler, engellemek istemişler, ancak muvaffak olamamışlar. Velhasıl, oldukça zor günler geçirmiş ortaklar.
Ancak yaşadıkları olaylar, vefasızlıklar, kadir kıymet bilmeyenlerin oyunları hem tutmamış, hem de ortaklar arasındaki bağ çok daha fazla pekişmiş.
Onların prensipli ve doğru iş ahlakı bulundukları çarşıda dikkat çekince, Şehrin Vali Paşası, adamlarını gönderip, onlar hakkında malumat toplatmaya başlamış.
Bir gün bir adam girmiş dükkanlarından içeri. Ben demiş Vali Paşanın yanında görevliyim. Paşam, ikinizle çalışmayı murat eder. Ortaklar, Vali Paşa Hazretleri ne emrederse yaparız demişler, onun bizi seçmesi bizim için şereftir.
Paşanın adamı, ben demiş, müşteri olarak, tebdili kıyafet eyledim, dükkanınıza defalarca geldim. Bir ara adamlarınız hastalık nedeniyle şifahanede yatıyorlardı.
Ben herhalde dükkanlarını kapatır giderler diye bekliyordum.
Siz öyle yapmadınız, sıvadınız kolları, daldınız işlere, başladınız müşteriyle muhatap olmaya…
Dükkan tıkır-tıkır işlemeye başladı. Adamlarınızın yokluğunu kimse hissetmedi!
Sonra da merakımı celbetti demiş, bir şey soracağım, sizin dükkan ağanız yok mu?
Ortaklar yok demişler, biz dükkan ağasının ne olduğunu iyi biliriz, bu dükkanda bizde dahil herkes dükkan ağasıdır.
Yok demiş görevli, öyle olunca, dükkan sahiplerinin işi daha kolaylaşıyormuş diye anlatıyorlar da.
Ortaklar, dükkan ağalığı bu şehre göre değil demişler. Dükkan ağalığı sevgiyi de, saygıyı da, dostluğu da yok ediyor.
Anladım demiş görevli, eski ustanız bu yüzden bütün kalfa ve çıraklarını kaybetmiş diye anlatmışlardı.
Ortaklar öyle şeyler olduysa da demişler, Allah razı olsun, biz bu sanatı ustamızdan öğrendik, ona bir şey söylemeyiz de, söyletmeyiz de…
Görevli, işte demiş, biz de siz iki ortağı bu yüzden seçtik.
Sizde vefa var, ahde vefa var, saygı var, sevgi var, hatır-gönül var!
Bu meziyetler, bir meslek erbabında olması ve bulunması gereken meziyetler, özellikle de vefa.
Bir zaman sonra, eski bir dostları, iki saksı fesleğenle birde bilmedikleri hoş bir çiçek almış gelmiş. Bu fesleğenler sizlersiniz demiş. Bu uzak diyarlardan gelen çiçeğe o diyarlarda yasemin de derler.
Yasemin asaleti, dostluğu ve dürüstlüğü temsil eder. Fesleğenlerin ortasına koyun bu çiçeği. Bu çiçeklere ortakların çiçeği, ortaklığın çiçeği desinler. Ortaklığınızın daim olduğunu temsil etsinler. Kimse sizin ortaklığınızı bozamasın, ortaklığınıza nazar ermesin inşallah demiş, bırakmış iki fesleğeni ve uzak diyarların yaseminini oracığa.
Şehir şehire, ortaklar ortaklara, dost dosta, dükkan sahibi dükkan sahibine, dükkan ağası dükkan ağasına, görevli görevliye, komşular komşulara, dedikodu edenler dedikodu edenlere benzer…
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…