Norveç masalların da derler ya hani:
‘Prensesle birlikte krallığın yarısı…’
Ben de uykuyla birlikte ruh dinginliğinin yarısı diyerek başımı yastığa koydum fakat başımı koyduğum o yastık diken oldu battı ve her yanımı kana buladı.
Ama hiç acı hissetmedim.
İçim sızlamadı.
Gözümden bir damla olsun yaş akmadı.
Tüylerim bir tarağın dişlileri gibi hep bir ağızdan ah deyip ayağa dikilmedi.
Bir oraya bir buraya dönerek, ta derinlere doğru büzüşüp kıvranmadım.
Yapamazdım.
Zira bir haftadır arzuladığım, olmasını çok istediğim şeyi yaşadım.
Bulutların en grisini gökyüzünün içinden seçtikten sonra üstüne çıkıp atlamış gibi bir hissiyat.
Boşluğun doğurduğu yokluğu kucağıma alıp göz göze gelmekle eş değer bir haleti ruhiye.
Daha ne isteyebilirim ki.
Kafamı yastıktan kaldırmak şurada dursun yastıkla birlikte kafamı alıp yanan ateşle harlanmaktan takati kalmayan o cılız ağacın yanına bıraktım kendimi.
Yabancılık çekmedim.
Üstelik beni de hiç yadırgamadı oranın ahalisi.
Neden yadırgasın ki?
Hâl sarîdir ifadesini bürünüp de vardım oralara.
Feryat figân ağlayan, kan revan içinde yuvarlanan, çocuğunun acısıyla yanıp tutuşan, anne babasının yokluğuyla perişan olan hep bendim.
Atılan bombayla birlikte dağılan yuvanın, yakılan ateşle birlikte kül olan tomurcuğun, sarsıntıyla beraber darmadağın olan resim çerçevesinin ta kendisiyim.
Keşke gücüm kuvvetim olsa, kudretim elverse de gözümün gördüğü her ne varsa merceğe sığdırıp garip yurduna alıp getirsem.
Hepsini, herkesi ve her şeyi yetmiş iki bin evliya dölü olan Anadolu toprağının ötesine berisine kondursam.
Hüznü, kederi ve afeti eli kanlının göbek bağına bağlayıp küfrü boynuna assam.
Şimdi diyeceksiniz ki ifade ettiğin yapsam ve etsemlerin yekunu yastıkta benzi solmuş kafanın icraatı ve isteği olamaz, yapamazsın.
Neden olmasın?
Göğüs kafesinin içindeki et parçası çürümüşler her şeyi takıp takıştırıyor, uygun görüp yakıştırıyor da benimkiler mi abesle iştigal?
Bizim Filistin’de ve Filistin’dekilerle ne işimiz var kendi işimize bakalım diyen köşe taşlarının sönük parıltısı itibar görüyor da benimkiler mi tü kaka?
Kendi kumunuzda oynayın!
Kendimizi hayallerimizden atmak, hayallerimizi içimizden atmaktan daha kolaydır ifadesinin mealini sağlı sollu önünüze koydurmayın bana!
E tabi yanlışların doğruları götürdüğü çağ da kendi yanlışlarına kör olmak daha tercih edilesi bir şık.
Muhtelif şeyleri enfüsi ve afaki düzeyde anlamanızı beklemiyorum.
Sustuğundan daha az cümle kurabilen insanlara çamur atmayın yeter.
Bunu da yapamazsınız da!
En azından büsbütün imkânsız olan ile sadece olasılıksız olanı birbirinden ayıralım ifadesinin yamacına biraz ayak sürüyün.
Sürüyün ki savaş hukuku dediğiniz zımbırtının imkânsızı ve olasılığı üzerine kafa yorabilesiniz.
Ben en azından denemek istiyorum.
Sizler gibi yapılamaz dediğiniz bir şeyi yapmaya kalkan birine engel olmuyorum.
Kıyakçılık-ayakçılık tamlamasının bayrak sallayanlarına duyurulur.
Yazımızı Sulhi Ceylan’ın Düşünce Güncesi bölümünden ‘Empati’ üzerine kaleme aldığı kısa yazı ile tamamlayalım:
‘Hangi göz yaşı daha çabuk kurur diye bir soru sorsaydım eğer, Çiçero şöyle cevap verirdi:
‘Başkalarının acılarına döktüğümüz gözyaşı çabuk kurur.’
Bu cümleyi, ‘Taş yerinde ağırdır!’ atasözümüz ile birlikte okursak sanırım Çiçero’nun ne demek istediğini daha iyi anlayabiliriz.
Evet, insan bencildir. Kendilik sevgisi her şeyin üstündedir ve böylece hayat akışı devam eder.
Yaşanan acılar ise son derece özneldir. Kimse bir başkasının acısını hissedemez. Sadece hisseder gibi olur.
Bu sebeple de çabucak o psilolojiden çıkar ve hayat akışına devam eder.
Çünkü yaşanan her acı tecrübedir ve sadece yaşayan kişiye hastır.’
Bu kısa dizi yazısı biraz tevafuk oldu sanki!
Selâmetle…