Geçtiğimiz hafta Türkiye Cumhuriyeti'nin 8. Cumhurbaşkanı Rahmetli Turgut Özal’ın ölüm yıl dönümüydü. Uzunca bir süredir Özal’la ilgili eserler okuyorum. Özellikle ANAP – AK Parti benzetmelerinin ne kadar gerçeği yansıttığını tam olarak kavrayabilmek için ÖZAL – ERDOĞAN karşılaştırmasının maddelerine yoğunlaşıyorum.
Geçen hafta için düşündüğüm bu yazı şehrimize atfedilen gereksiz ve suni gündemler yüzünden bugüne kısmet oldu. Elbette tek bir yazı ile onca şeyi ifade etmek mümkün değil. Lakin bir yerinden başlamak lazım. Fırsat oldukça bu konuda ilginç bulduğum anıları ve analizleri sizlere anlatmaya çalışacağım. Zira günümüz ile benzeşen yönler çok fazla. En azından yakın tarihimizi iyi analiz edersek geleceğe çok daha güvenli bakacağımızdan kuşku yok.
Bir kere tabuları yıkmak için liderlerin de insan olduğunu kabul edin. Elbette hepsinin her yaptığı doğru değil. İyi niyet, samimiyet, vatan ve millet sevdası, yerli ve millilik söz konusu ise gerisi teferruat. Elbette insan hata yapacak. Hem her birimiz yaşamıyor muyuz bazen, o an için bize hata yanlış şer gibi görünen bir olay ileride bize ‘iyi ki öyle olmuş’ dedirtmiyor mu?
Farkındayım lafı uzattım.
Özal’ın sağlığında anlattığı birçok anısı gerçekten sanki birkaç yıl içinde yaşanmış gibi tazeliğini koruyor. Ya da tarih tekerrürden ibaret mi demek lazım…
Bugün kripto paracılar üzerinden yapılan dolandırıcılığı konuşuyoruz ya hani, 82 yılında ülkemiz Banker Kastelli hadisesini yaşıyor. Adam paralar ile İsviçre’ye kaçıyor. Olaydan birkaç ay sonra bu boşlukla ilgili kanunlar ve mevzuatlar çıkarmak için harekete geçiliyor.
‘YOKLUK DEVRİ BAŞLARSA, HİÇBİR İKTİDAR BUNA DAYANAMAZ’
Özal’ın sıkı çalışmaları neticesinde döviz meselesi kısmen halledilmiş halkın illallah ettiği kuyruklar ve yokluklar bitmişti. Halk refaha ve kolay ulaşıma uyum sağlamıştı. Bu rahatlığın mimarlarından olan Özal biraz da endişe içerisinde şu cümleleri kuruyordu:
“Şunu söyleyeyim… Türkiye’de bir yokluk devri başlarsa, hiçbir iktidar buna dayanamaz artık… Alıştıktan sonra varlıklara, yokluklara tahammül edilemez. Mesela Irak’ta Saddam idaresinde halk, yokluklara dayanıyor. Çünkü 8-10 sene yaşamışlar. Bir lüksten bu duruma düşseler mümkün değil, felaket olur… Onun için bazen derim ki, ‘Bu insanlara bunun kıymetini anlatmak için, arada bir 2-3 gün kaybettirmeli.’ Ondan sonra tekrar buldurmalı…”
Sizce bugün varlık denizinde yüzen bir Türkiye yok mu? Etrafa bir bakmak gerekiyor. Sürekli beslenilen haber kaynaklarının dışına çıkmak gerekiyor sadece.
A, B, C partileri değil üstelik mesele ‘devletimizin’ her türlü badireye karşı güçlü olması. Sınırlarımızda ve münhasır alanlarımızda haklarımızı sonuna kadar savunuyor olması…
Biz dağıtmadan devam edelim.
ENFLASYON MU, İHRACAT MI?
Özal’a 1983 seçim zaferine giderken halka enflasyonu düşürüp orta direği güçlendirme sözü verdiniz ama sizin döneminizde enflasyon yine azdı, rota mı değiştirdiniz denildiğinde şu cevabı veriyor:
“Rota değişikliği değil, önceliklerin yer değiştirmesi meselesi bu… Esas itibariyle, 1980-81’de enflasyonu yine biz aşağı çektik. 1983 sonunda iktidara gelince enflasyonu aynı metotla aşağı çekebileceğimizi biliyordum. Kısıtlamak ve bütçeyi denkleştirmekle… Fakat gördüm ki altyapısı olmayan bir ülkenin hamle yapması mümkün değil. Enflasyonu istikrarlı şekilde aşağı tutabilmenin yolu sağlam alt yapıya bağlı. Geçici istikrar tedbirleri ile enflasyon geçici düşer ve sonra yükselir. Ama altyapı yatırımları da ekonomiyi ısıtıp enflasyonun körükler… Böyle bir dilemması var gelişen bir ülkenin.
1983'te karşılaştığımız mesele yangın söndürmek değil, 1980'de nüfusu 42-43 milyonken 2000 yılında 70 milyon olacak bir ülkenin müstakbel yangınlarını önlemekti.
70 milyonluk Türkiye hep tarım ürünü ihraç eden bir ülke olarak kalsaydı hep dışarıya el açmayı kader biçiminde kabul edecekti. Sanayi malı ihraç etmezsek iflastan avuç açmaktan kurtulmazdık. İhracatın kompozisyonu değiştirmek de sağlam altyapı şarttı. Elektriğiniz, yolunuz, yükleme-boşaltma tesisleriniz yoksa neyi, nasıl üretip, ihraç edebilirsiniz? Telefonunuz çalışmazsa nasıl dünya pazarına çıkarsınız? Demek ki hava meydanlarından limanlarınıza kadar her şeyiniz iyi olmalı. Banka sisteminiz ileri ve modern olmalı…”
Bugün Türkiye ihracat rekorları kırabiliyorsa tarım ürünleri satmaktan kurtulduysa kendi SİHA’sını savaş gemisini, arabasını, tankını üretebiliyorsa, bunda altyapıya yapılan yatırımları göz ardı etmek mümkün mü?
AK Parti’nin ülke geneline yaptığı duble yolları mı kemirip yiyeceğiz diyenlerin ufuksuzluğunu, vizyonsuzluğunu ve kötü niyetine 30 - 40 yıl öncesinden cevap vermiyor mu Sayın Özal…
BÜYÜK PROJELERİ ERTELEMEK Mİ?
Bir de Kanal-İstanbul gündemde iken o günün ‘istemezük tayfasına’ Özal’ın verdiği cevabı hatırlayalım.
Gazeteci Mehmet Barlas soruyor: Acaba bazı altyapı yatırımlarını erteleyerek enflasyonu daha aşağıda tutamaz mıydınız? Mesela Afşin-Elbistan’ı GAP’ı, F-16 projesini veya böyle yatırımları?
Özal cevap veriyor: “Afşin-Elbistan ertelenemezdi. Zaten 12 yılın, 8-9 senesi geçmiş. Projeyi orada bıraksan çürür gider. Bundan sonra ilave edeceğin marjinal maliyetler. GAP’tan ve Atatürk Barajı’ndan vazgeçemezdik. İran-Irak savaşından doğan siyasi konjonktürü bir daha ne zaman yakalayabilirdik ki? Keban ve Karakaya’dan biliyorum bunu… Dışarıya muhtaç olmadan ve bu konjonktürde süratle ikmal edilmesi şarttı. Onun için de bütün gücümüzle üzerine gittik GAP’ın…”
Şu anılardan birkaç kesiti okuyanlar bugün yapılanların aslında bir devlet aklı olduğunu algılayabilir. Devletini sevmeyen vatansızlar ise ya sözde Ermeni soykırımını tanır ya da farkında olmadan belli mihrakların oyuncağı olur ve ihanetin zirvesini yaşar…