Geçen sene Afganistanlı bir öğrencim yüksek lisansını tamamladı ve ülkesine döndü. Özbek asıllı öğrenci çok edepli, çalışkan, onurlu olan bu delikanlının yaşadığı yer Taliban’ın kontrolünde olan bir bölgede imiş. Delikanlı Konya’da iken ibadetlerine bizde olduğu gibi normal devam ediyordu. Ülkesine döndükten sonra Taliban delikanlının babasına “Senin oğlun Türkiye’de KÂFİR olmuş” diyerek şikâyette bulunur. Sebep, tüm namazları camide kılmasına rağmen sabah namazlarının bazılarını evde kılmasıymış.
Şu mantığa bakar mısınız? Aklım duruyor ama çok da yadırgayamıyorum. Kim bilir Türkiye o âlemde nasıl biliniyor ve nelere inandırılıyor; bilmek gerek. TALİBAN ve DAİŞ gibi radikal örgütlerin durumu bu. Kendilerine göre inandırılmış bir İslami hayat var. Onun dışındakiler KÂFİR olarak kabul ediliyor.
Taliban gibi DAİŞ de Suriye de İslami bir devleti kurmak için cihad yapıyor ve kendinden olmayan farklı İslami meşreplerden insanı öldürerek kendi cihadını dünya üzerinde yaymaya çalışıyor. Yani onlara göre ABD, Rusya gibi onlara tabii olmayan Müslümanları da katledilebilir olarak görüyorlar.
En mühimi bunlar arasında Türkiyeli Müslümanların da olması ve DAİŞ’in Türkiye de eylem yapmasına itiraz etmemeleridir. Bu nasıl bir cihad şuuru ki Hristiyan, Müslüman, Ezidi, Arap, Kürt, Türk; kendinden olmayan tümler öldürülmeye layık görülüyor. Demek ki bunların derdi Suriyeli veya Iraklı mazlumları zulümden kurtarmak değil, neye mal olursa osun otoriter boşluktan istifadeyle kendi devletlerini kurmaktır; Paralel de olduğu gibi.
Madem bu kadar güçleri var Suriyeli muhalif gruplar içinde şer cephesine karşı beraber savaş verseler sonuç daha lehlerine olmaz mı? Böylece Şer Güçler DAİŞ’in eylemlerinden Radikal İslam bahanesiyle ESED ve PYD’yi destekleme, sonuçta kuzeyde bir kürt devleti kurulmasına payanda oluyorsun; paralel de olduğu gibi. Bu bir stratejik körlüktür.
Paralel yapıya mensup ve hem de ünvanlı birsi 2 sene önce bana “Tek Sünni cemaat biziz, onun için yok ediliyoruz ancak bir sene sonra ortada AK Parti kalmayacak” demiş, ardından da Başbakanımız ve MİT Başkanı “İrancı” olmakla suçlamıştı. “Size göre ben Sünni değil miyim” dediğimde de, gülerek “bilmem” diyecek kadar ileri gitmişti. Şimdi daha net çe görülen odur ki, Paralelin bu duruşunun Taliban, Hizbullah ve DAİŞ anlayışından ne farkı var. Gelinen noktada kimin İrancı, kimin devlet düşmanı hatta PKK’cı olduğu daha belirgin değil mi; İŞTE BİZİM TALİBAN’ımız. Devlet batabilir yeter ki cemaat devam etsin.
Talabani-Paralel, bir yandan İslamcı ve ümmetçi gözükürken öte yandan devletin ve temiz insanların kaynağını kullanarak güç kazanmış, yine kaynağını kullandığı odaklara karşı da savaşan bir yapıya dönüşmüştür. Burada bir noktayı vurgulamada fayda var. Geçmişte cemaat mensubu olmuş veya inandırıldığı için himmet etmiş veya ettirilmiş, sonrasında Paralel uygulamaları ret etmiş insanımızı bu yapıdan da ayırt etmek gerekir. Bu arada yılan uykusuna yatmış, fırsat kollayan sinsileri de olacaktır.
Bu nasıl bir ihanet kurgusudur. Vatansızların halini görmez misiniz? Kimi toprağında, kimi yolda, kimi elde, kimi botta, kimi yatta ölüyor ya da ölüme gönderiliyor. Ortağınız Batı âlemi de Havana CİGAR’ını tüttürerek keyif alıyor. Bu keyifle Suriye’nin işini bitirecek, sonra sıra İran, Irak ve Türkiye’ ye gelecek, sınırları yeniden çizecek. Size de kazma ve sapını uzatacak; bol bol mezar kazasınız diye.
Satre “savaşı zenginler çıkarır, fakirler ölür” diyor. Öyle de, son yy da olduğu gibi geriye yine perişan, yoksul, dağınık bir İslam dünyası kalır. Biz kimsenin ölmesini istemiyoruz. Kalın sağlıcakla.