Paramızın yettiği günler!

Erol Sunat

Besteci, söz yazarı ve aranjör Şanar Yurdatapan’ın sözlerini yazdığı, kayınvalidesi Rüçhan Çamay’ın seslendirdiği ve yetmişli yılların “Para-para-para” adıyla bilinen şarkısının, “Varlığı bir dert yokluğu yara” adındaki nakarat dizesi onlarca yıl söylendi. Deyim haline geldi adeta.

Şarkının sözleri ise geçerliliğini kaybetmişe benzemiyor;

“Gariptir insanoğlu neler yaratmış / Yarattığı her bugün dünü aratmış / Aklı ile her şeyin sırrını bulmuş/ Kendi yarattığı putun kölesi olmuş”

“Para, para, para / Varlığı bir dert yokluğu yara /Para, para, para / Varlığı bir dert yokluğu yara”

“Çerçeveletir kimi asar duvara / Kimi onu bulunca dosdoğru bara / Kimi sıkar elinde çıkarır suyunu / Kiminin değiştirir güzel huyunu”

“Üç şey demiş Napolyon "Para, para, para" / İnsanlar öldürülür onun uğruna /Servetin ulaşsa da yüz milyonlara/ Kefenin cebine sığmaz bir tek lira”

Para kimimizin huyunu değiştirdi, kefenin cebine tek bir liranın dahi sığmadığını defalarca görüp, şahit olsak da, aklımız başımıza gelmedi.

Paranın başını döndürmediği kim kaldı ki…Varlıktan da başı dönenler çoktu, yokluktan da!

“Paran varsa adamsın, yoksa neye yararsın” benzeri sözler meşhur oldu!

Paramızın yettiği, yaşadığımız o günlere şükretmeyi bildiğimiz günlerde yaşadık, isyan bayraklarını açtığımız günleri de…

Paramızın yettiği o günler vardı ya hani….

O günler, kıymetini bilemediğimiz günler olarak bir hayli gerilerde kaldı!

Hani mazi de kaldı falan diyorlar ya…

Paragözler, mazi kalbimde yaradır, insana dost paradır demeye devam ediyorlar!

*****

Bir zamanlar paramız iyi kötü yeterdi. Ne marketlerden eli boş dönerdik ne de pazarlardan. Kazancımız öyle aman aman çok değildi amma, muhannete muhtaç etmezdi aldığımız maaşlar ve elde etmiş olduğumuz kazançlar.

Ev kiraları yine yüksekti…

Doğalgaz yoktu amma, odun-kömür ucuz değildi.

Kış hazırlığına yazdan başlanırdı. Hazirandan falan…Hatta kış biter bitmez, bir sonraki kışa hazırlık yapan, bu hazırlığı Temmuz ayında bitiren insanlar pek çoktu.

Çarşı-Pazar ucuzdu…

Bakkal dükkânı misali açılan zincir marketler yoktu.

Mahalle bakkalları vardı.

O zamanlarda eksik değildi veresiye defterleri…

Oldukça büyük bir oranda her ay kapanırdı, o defterde yazılı borçlar.

Kredi kartı yoktu…

Banka borcu denen konu toplumu çok fazla ilgilendiren bir mevzu değildi.

Borcu borçla ödemek gibi bir gayret, bir mecburiyette bulunmuyordu. Varsa da, orta yerde açılmaz, söylenmez, sır olarak kaırdı.

Taksitler vardı, bazen sıkar, bazen bunaltırdı, taksit-taksit ömrümüz geçiyor diye başlayan cümleler kurulurdu.

*****

Bu şehirde yaşayanların ayda birkaç kez maile bir etli ekmek sefası vardı.

Evde çoluk-çocuk iple çekerdi.

O da bitti!

Hatta ev hanımlarının içini hazırlayıp, mahallede ki etli ekmekçiye gönderip de yaptırdığı etli ekmeklerde tarih oldu….

Çok değil üç yıl öncesi iyi -kötü paramızın yettiği günlerdi.

Alım gücünün var olduğu günlerdi.

Etli ekmek yalan oldu! Yağ somunu yalan oldu! Tandır kebap yalan oldu! Tirit yalan oldu!

Yalandan kastımız, yanına varılamaz oldu! Bir Lokantaya oturulup yenilemez oldu, fiyatlar uçtu gitti.

Yine bir zamanlar, “Ekmek arası” diye bir zenginliğin var olduğu ve yaşandığı günlerdi.

Bu şehir öğrenciler için, dışarıdan gelenler için cennetti.

Kolay şehirdi. Ucuz şehirdi. En ucuz Büyükşehir olarak namı vardı!

Öğrencilerin vazgeçemediği öğrenci lokantaları, alışveriş yaptıkları, oturup kalktıkları mekanlar vardı. Şimdi yüzde sekseni top attı! Yani iflas etti! Yani dibe vurdu!

Yani kapattı kepengini, gözyaşlarını artık saklayamadı insanlar! Bir tarih, bir devir, bir kolaylık zamanı içine kapandı, ağır yaralar ve hasarlar aldı!

*****

O andığımız, yad ettiğimiz günler var ya, işte o günler paramızın yettiği günlerdi. Borç alsak, borcumuzu ödeyebildiğimiz, kapatabildiğimiz günlerdi!

Kapımıza, evimize icranın, haczin gelmediği günlerdi!

Çiftçinin, köylünün mazottan, gübreden, elektrikten yakınmadığı günlerdi.

Elektrik o zamanlarda çarpıyordu çarpmasına da, mazot hesaplıydı, gübre hesaplıydı, çiftçimiz, köylümüz bir şekilde yetiştirdiği ürünle, mahsulle, işin içinden çıkabiliyor, sıkıntılarını zor-şer de olsa atlatabiliyorlardı!

Asgari ücretliye aldığı ücret hiçbir zaman yetmedi. Şehrimizde köylerden, kasabalardan her gün gelen otobüsler ana ve babalardan yağan destekleri buluştururdu oğula, kıza, torunlara…

Bölüşmeyi ve paylaşmayı başarmışlar, birçok sıkıntıyı hep birlikte el ele vererek aşmışlardı.

Bugün o göz yaşartan destekler, bölüşme-paylaşma efsaneleri de yalan oldu.

Asgari ücret dört bin iki yüz elli lira olsa da, asgari ücretlinin eline geçmeden eridi, buharlaştı, adı zam olarak, adı tarihi artış olarak açıklandı ve açıklandığıyla kaldı.

Asgari ücretli, adı büyük Kozanoğlu oldu çıktı…

Güya para çoktu, hükmü yoktu. Geçeri, değeri ne marketlerde, ne çarşı-pazar da olmadı.

*****

Paramızın yettiği günler, yerini paranın yetmediği günlere bıraktığında, matematik konusu gündeme geldi.

İlkokulda öğretmenlerimiz, bir problem çözdüğümüzde onun sağlamasını yaptırırlardı. Sağlama, çözülen problemin doğru olduğunun, doğru çıktığının ispatıydı. Sağlamayı yaptık mı, problemi çözmüş olurduk ki, bize oldukça zor gelen matematik dersinden en azından o gün mutlu olarak ayrılırdık sınıflarımızdan.

Buradan nereye mi geleceğiz?

Efendim toplamayı yapıyoruz, sağlama yapmıyoruz. Sağlama demek, yalandan ağlama demek artık.

İşin laf kısmında yürüyenler için sağlama, sıkıntıları bir yerlere bağlama demek.

O bağlama işini de Almanyalara, Fransalara bağlayanlarımız var!

Enflasyonun keyfi yerinde, zamlar uçuk, cebimizdeki paranın değeri tel-tel dökülüyor. Olan-bitene, yaşadıklarımıza ve yaşananlara ne denli Fransız kaldığımızı ise bir türlü bilemedik gitti!

Paramızın yettiği günleri değil, bittiği, tükendiği günleri yaşıyoruz ne yazık ki….

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.