Bir tarafta reel ekonomi değerlendirmesi diğer tarafta finansal ekonomik değerler. Son zamanlarda birbirlerinden o kadar uzaklar ki. Bu durumu nasıl okumak gerekir açıkçası zor bir soru. Sanayicimizin esnafımızın çiftçimizin inşaatçımızın yani mal ya da hizmet üreten insanlarımızın söylemleri ile ekonomi programlarında anlatılanların birbirleriyle hiçbir alakaları yok. Bütün programlarda katılımcılar borsa, faiz ve döviz üzerine yorumlar yapıyor. Oysa diğer tarafta reel ekonominin oyuncuları bulamadıkları işgücünden düşen karlılık oranlarından yaşanan ekonomik durgunluktan ya da tahsilat problemlerinden bahsediyorlar. Borsamızın rekor üstüne rekor kırması faizlerimizin düşüyor ya da çıkıyor olması gördüğüm kadarıyla sabah namazından sonra dükkanını açan amcamı hiç ama hiç ilgilendirmiyor.
Prof. Dr. Osman Altuğ yıllarca kendine has sevimli üslubuyla üç kağıt ekonomisi diye bıkmadan usanmadan anlattı durdu. Bahsettiği üç kağıt borsa, faiz ve dövizdi. Fakat Altuğ Hoca’nın söyledikleri bugün neredeyse tamamen gerçekleşmiş durumda. 2008 yılında batan sadece Lehman Brothers değildi. Üretimi değil tüketimi öne çıkaran üretmeden ekran üzerinden milyonlarca dolar kazanmaya çalışanların üç kağıt sistemleri de iflas etti. Teminat olarak aldıkları gayrimenkullerin para etmediği elde bulunan şirket tahvillerinin çöpe atıldığı bir süreci yaşadık. Başta da belirttik ekonominin iki yönü vardır. Biri üretime dayanan ve somut olarak görünen tarafı. Diğeri ise soyut olarak parasal yani finansal tarafı. Üretim yanında her şeyi takip etme imkanınız vardır. Miktar, adet, ton, işçi saati, işçilik ücreti, alın teri ve emektir. Öte tarafta elinizle tutamadığınız göremediğiniz hisse senetleri tahviller döviz hesapları ve bunlar üzerinden bir kalem oynatılarak kazanılan milyonlarca dolar.
Bu modelin bizi nereye götürdüğünü Osman Hoca şöyle özetliyor: Ya üreticiyi finanse edeceksiniz ya da tüketiciyi. Üreticiyi finanse ederseniz alın teri ve üretim gücünüz artar. Bankaların kuruluş amacı nedir? Halkın küçük yatırımlarını bir araya getirerek yatırıma dönüştürmektir. Şu anda yapılan ise tüketiciyi kredilendirmektir. Tüketici parayı tüketimde kullanır. Daha çok tüket daha çok tüket ki ekonomi büyüsün. Bu gün borçlanalım gelecek nesiller üretsin. Geleceğe borç senedi kesiyorsunuz. Bu gün pek çok yabancı ekonomistten de bu tür söylemler duyulmaya başlandı. Zira bu sistem sadece son 5 yılda dünya üzerinde ki dolar milyarderlerinin sayısını ikiye katlarken dünya nüfusunun %50’si toplam gelirin sadece % 1’ini alabiliyor. Dünyanın en zengin 85 kişisinin serveti sadece 2013 yılında 240 milyar dolar artarken zengin ile fakir arasındaki fark neredeyse kontrolden çıkmış durumda.
Bu finans merkezli politikalar devam ettikçe gelecek 10 yılda bu fark daha da açılacaktır. Bu gün itibarı ile yılda 18 milyon insanın açlıktan öldüğü bir dünyada yaşıyoruz. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın raporuna göre gelir eşitsizliğinin yüksek seviyelerde olmasının ekonomik büyümeye, demokratik kültüre ve sosyal dokuya zarar verebileceği vurgulanarak, eşitsizliğin giderilmesi için yeniden dağıtımın önemli olduğu ancak öncelikle daha katılımcı, yoksul ve dar gelirlilere öncelik veren bir ekonomik gelişme modeline doğru gidilmesi gerektiği önemle belirtiliyor. Finansal piyasalar ile reel ekonomi birbiriyle uyumlu olmak zorundadır.
Biri olmadan diğerinin hiçbir işe yaramayacağı apaçık ortada. İnsani değerleri temel alan üretime dayalı ve ulusal ekonomik dengeler ile uluslararası ekonomik dengelerin yeniden tanımlandığı bir model geliştirilmelidir. Sokaklar ve piyasalar birbirini anlamak zorundadır. Biri olmadan diğeri sadece bir rüyadır.