Uzunca bir süredir her nereye gidersek ve kiminle olursak olalım ekonomiden paradan puldan ibaret muhabbet ortamlarına şahitlik ediyoruz. Tarafların yaşının da önemi yok bu türden ortamlarda, ortaöğretim çağındaki evlâtlarımıza kadar herkes ekonomi profesörü, para harcama plânlaması koçu.
Yeni yeni sıkıntılar yaşamaya başlamış, önceki yaşamların güllük gülistanlık sürdürüldüğü zengin bir devlet değiliz. Benzeri pek çok imtihandan daha evvel de geçtik, neticede her şeyin önünde sonunda normalleştiğine şahitlik ettik. Biri bir fazla, diğeri bir eksik ne olursa olsun bir şekilde geçer ekonomik sıkıntılar. Kötü olan sofraya koyacak bir şeyleri bulunabilse de ortada sofrayı, o sofranın olduğu sıcak yuvayı, daha da ötesi üzerinde yaşadığımız/nefes aldığımız bir toprak parçasını bulamamak olmalıdır asıl dert, Allah korusun.
Devletin bekasını ilgilendiren hemen her konuda gruplaşan, birlik beraberlik içinde hareket ermenin gönül esasıyla can-ı gönülden olması fıtrat gereğiyken gruplaşmalarla/saflaşmalarla iç içe yaşıyoruz sıklıkla.
Bir devletin sadece yurt içini değil sınırlarını da koruması gerektiği herkesin kabul ettiği, üzerinde fikir birliğine vardığı bir hakikatken “Libya’da, Akdeniz’de, Afrika’da ne işimiz var?” tarzı konuşmalardan müsebbiblerinin hicap duyması gerekir. Bunu söylerken amacım particilik yahut ideoloji tetikçiliği değil, olamaz da. Konu vatan olduğunda gerisi teferruattır. “Yıllardır şu partiyi, falanca partiyi deniyoruz bir de şunları deneyelim” şeklindeki bir tutum geri dönüşü olmayan yollara itebilir bir devleti. Hata vardır, yanlış vardır; farkı hatanın telâfi edilebilir olması, yanlışın belki de geri dönüşünün olmaması tehlikesidir.
Atalarımızın söyleye geldiği üzere “ayinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz’ veya ‘yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır’ gibi öğütler aklımızdan hiç çıkmaması gereken, yolumuzu aydınlatan lâmbalardır. İki cihanın güneşi Peygamber Efendimizin; “fal oklarını takip edin, doğruya ulaşırsınız” öğütü de bir başka düsturumuzdur.
Safların artık açıkça belli olduğu, herkesin hiçbir tereddüte düşmeden tarafını beli ettiği bir toplumda mazeretlere ve bahanelere sığınmanın anlamı olamaz; tersi bir tavır bir basiretsizliği işaret eder.
Dillendirmemiz gereken bir diğer mevzu yerinde ve zamanında harekete geçme meselesi. Çevremizde sıkça duyduğumuz ‘kimse görmüyor mu adam(lar) açık açık devleti tehdit ediyor, yahut birlik beraberliğimize fitne katıyor, ya da böyle bir suçu işleyen nasıl serbest kalır, toplumsal duyarlılık kaşınarak bir hareketlilik/karışıklık mı amaçlanıyor?’ minvalindeki yakınmalarda aklımızdan çıkarmamamız gereken gerçek şu zannımca: Sıradan birinin dahi farkında olduğu meselelerde devletin bilgisinin ya da bir düşüncesinin olmadığı düşünülebilir mi, asla ve kat’a…Devlet her şeyin farkında, kimin ne yaptığını veya ne yapmak istediğini bilmekte. Tüm hadiselere zamanı geldiğinde devletin mutlak surette vereceği bir karşılık vardır. Bu hassas dengeyi gözetmeyen bir idare, olumsuzlukların müsebbibi kişi ve kurumları mağdur pozisyonuna çıkarabilir, hiç beklemediği fırsatları tepside sunabilir. Millete rağmen hiçbir şeyin olmayacağı su götürmez bir gerçekken inanılmaz taktik hatalarla suçluyu mağdura dönüştürmek, suçluya tepe tepe kullanacağı imkânlar sunmak akıllı bir devletin/devlet adamının yapacağı iş değildir. İyi bir lider, iyi bir öncü bu dengeyi sağlam kurar; vakti zamanı geldiğinde gerekeni etkili bir şekilde yapar.
Milletin yapacağı oldukça sade ve basittir; fal oklarını takip ederek hakikati ve hakiki olanı idrak etmek, bu hakikate güvenmek, devletinin yanında olmak ve devletinin ebediyete kadar varolması adına sorumluluklarının her daim bilincinde çalışmak, çalışmak ve dahi yine çalışmaktır.
Unutmayalım ki plânların üstünde plânlar, plan kurucuların üstünde en büyük ve tüm noksanlardan münezzeh plân kurucu vardır. Bu gücün yanında halisane şekilde duranların kaybetmesi imkân dahilinde değildir, olamaz.
Gelmekte olanın gelmesi yaklaştıkça nüfusumuzun can damarı, istikbalimizin teminatı gençlerimize olan alâkalar artmaya başladı. Gençlerimizin konuşulduğu ortamlarda pek de olumlu tabloların çizilmediği aşikâr. Bana göre, neye nasıl baktığımıza bağlı bir olgu bu. Küreselin ve nefsâni olanın kuyruğuna takılmış, aslî sorumluluklarını unutup belli ideolojilere maşalığa talip olmuş gençler yanında camileri, etkinlikleri dolduran şuurlu bir genç kesim de var. Müslüman ümitvâr olur, hüsn ü zanla bakar. Aşağılama ve hakaretle kazanılmaz kimse, sonrasında ‘Güzel Kaybettik’ diye destanlar yazmak zorunda kalırsınız.