Savaşlarda çıkarma yapan taraf, açık pozisyonda olduğu için, karşısında savunma varsa daima daha fazla zayiat verir. Ama biz, karşı tarafın silah üstünlüğü sebebiyle, Çanakkale savaşında düşman orduları kadar, hatta onlardan daha fazla zayiat verdik. Bu durumda, o savaşı keşke yapmasaydık mı demeliyiz? Elbette hayır. Kurşun isabet ederek şehit olan savaş muhabiri için de işveren cinayeti mi demeliyiz? Elbette hayır. Askeri personel ve polisler de aynı zamanda birer çalışandır. Onların şehit olmaları da aynı zamanda bir iş kazasıdır. Allah korusun, onlar şehit olduğunda da İç İşleri veya Milli Savunma Bakanlarını mahkemelerde mi süründürmeliyiz? Elbette hayır.
Öyleyse bir yandan önlemlerimizi daha hızlı geliştirirken, diğer yandan işlerimizi ve üretimimizi de geliştirmeyi başarmalıyız. Kısacası laf yerine önlem üretmeliyiz. Aksi halde müteşebbisi ürküterek bir yere varamayız. Teselli etmeyen bu tür yayınlar halkımızı, özellikle de mağdur yakınlarını daha fazla üzmekten başka bir işe yaramıyor.
Böyle giderse ülkenin sınırlı kaynaklarını büyük sermayeli, yabancı firmalara teslim etmek zorunda kalırız. Onlar her şartı yerine getirirler, iş kazaları da azalır. Ama insanımız bizim olmayan iş yerlerinin daha yüksek ücret alan, daha modern tesislerde çalışan, daha az iş kazasına maruz kalan, çağdaş köleleri durumuna gelir, Almanya’daki işçilerimiz gibi.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin (TOBB.) yeni yaptırdığı bir araştırmada, çalışan artışına oranla müteşebbis artışının tehlikeli biçimde yavaşladığı ortaya çıkmıştır. Bu sorumsuz yayınlar böyle başıboş bir şekilde devam ederse, işyeri ve istihdam sahaları hızla azalırken işsizlik oranı da hızla artacaktır. İşin azlığı, iş arayanın çokluğu, ücretleri daha da düşürecektir. “Bülbülü altın kafese koymuşlar, ah çalılarım demiş.” Sonunda işsiz ve çaresiz kalan insanımız yeniden Almanya, Arabistan, Libya gibi yerlerde gurbet kahrı çekerek, hem de horlanarak, çalışmak zorunda kalacaktır. Bu gün oralarda bile işsizlik olduğu bildiriliyor.
Ermenek, yurdumuzun en yoksul yörelerindendir. Ben 1947 yılında Ermenek’te doğdum, Ermenekliyim. Çocukluğum 1950 li yıllarda orada geçti. O zamanlar ülkenin diğer yerleri gibi Ermenek de çok daha yoksuldu. O günlerin fakirlik ve çaresizliğini şimdi tarif bile edemem. Yol yoktu, iş sahası yoktu, arazi de yoktu. Köylerde telefon, radyo, motorlu araç vs. gibi ulaşım ve iletişim araçları zaten hayal bile edilemiyordu. Bu yüzden halk, yeni tarım tekniklerini ve yeni olan her şeyi öğrenmekten de mahrumdu. İzmir’e, Aydın’a, Manisa’ya, bağ çapası için çalışmaya giden köylüler, Torosları yürüyerek geçerlerdi. Konya’dan öteye tren vardı. Erken Baharda açık havaya aldanıp dağda tipiye yakalanan işçiler, bazen kurtlara yem olurlardı. Yazın karlar eridiğinde, dağda cesetleri bulunan işçi grupları hatırlıyorum. Bu günlere de kolay gelinmedi. Ama onlar bu riskleri göze alarak çabalamasaydı, belki bizler bu günleri göremezdik.
Ermenek sözcüğü, er meydanı sözündeki gibi mertlik, yiğitlik ifade eden bir sözcüktür. Adındaki anlam gibi, gerçekten de Ermenek’in insanı zorluklardan ve çalışmaktan hiç yılmamıştır. Onca yoksulluk ve geri kalmışlığına rağmen bunu bahane ederek, birileri gibi devlete başkaldırmamıştır. Her zaman yurt savunmasında ve devletinin yanında, en güçlü seviyede yer almıştır. Kömür ocakları Ermenek halkı için can simidi olmuştu. İnşallah Ermenek halkı layık olduğu güçlü devlet desteğine ve ilgisine de kavuşur ve o çilekeş, o memleket sever insanlar hiç değilse bundan sonra iyi günler görür. Bu kazalardan dolayı yaşadığımız bunca üzüntünün de bir karşılığı olmuş olur.
Birkaç gün önce hukukçu arkadaşlarla sohbet ediyorduk. İçlerinden biri çok üzücü bir şey söyledi: Yurt içinde ve yurtdışında, değişik yerlerde, büyük inşaatları olan bir inşaat firmasında iş kazası olmuş. Firma sahibinin yetki ve sorumluluğunu devrettiği, her kademede yetkili ve sorumlu elemanları varmış. Ayrıca bütün inşaatlarını birden denetleyen, koordine eden, firma sorumluluğunu üstlenmiş ekibi de varmış. Bütün bunlara rağmen firma sahibini hapse koymuşlar. Arkadaşım, normalde bu şartlarda işverene hapis cezası olmazdı ancak medya yoluyla oluşan kamuoyu baskısının yargılamayı da etkilediğini söyleyince ülkemiz adına endişem biraz daha arttı.
İstiklal savaşından önce İngiliz veya Amerikan mandasına girseydik, belki şimdi daha zengin ve daha ileri durumda olurduk. Ama şimdi biz, biz değil, bize hiç benzemeyen, başka bir millet olmuş olurduk. Allah’a şükür ki, insanımızın tamamına yakını, her zaman, biz olmaktan memnun olmuştur. Onun için istiklal savaşını seçtik ve cephelerde de çok sayıda şehit verdik biz. Bunu hiç unutmamakta fayda var.
Allah, idarecilerimize, elinde mikrofon veya kalem olan insanlarımıza akıl feraset versin.