Merhabalar efendim.
Haftanın ikinci ve son yazısını da bir röportaja ayırdım ve sizlere de sunmak istedim.
Psikolog Leynur Gazel İncekara’nın mesleğe dayalı tecrübe, bilgi-birikimini dinledik ve memnun olduk.
İlgilisinin de ziyadesiyle istifade edip memnun olacağını düşünüyorum.
Buyurunuz:
S.B: Merhaba Leynur Hanım, nasılsınız? Öncelikle vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum.
L.G: Merhaba Sadık Bey. Teşekkür ederim gayet iyiyim, sizler nasılsınız? Ben teşekkür ediyorum ne demek.
S.B: Bizler de iyiyiz, teşekkürler. Leynur Hanım röportaj kapsamında sizi tanımak isterim. Kendinizden biraz bahseder misiniz?
L.G: Tabi ki. 1999 Konya doğumluyum. Eğitim hayatına biraz erken başladım diyebilirim ve bu erken başlangıç vesilesiyle yaklaşık dört yıldır aktif olarak çalışıyorum. Bireysel yetişkin görüşmeler ağırlıkta olmak üzere, gençlerle, çocuklarla ve çiftlerle de çalışıyorum. Aynı zamanda aile danışmanlığı eğitimi aldım. Ancak ilerleyen süreç de bireysel görüşmelere devam etmeyi düşünüyorum. Halihazırda ise 5 aydır kendi ofisim olan ‘Leyl Psikoloji’ de hizmet vermeye devam ediyorum.
S.B: Peki mezuniyetiniz neresi?
L.G: KTO Karatay Üniversitesi.
S.B: Lisansüstü eğitiminiz var mı peki?
L.G: Lisansüstü eğitimim henüz yok.
S.B: Böyle bir düşünceniz var mı?
L.G: İleriki dönemde Klinik Psikoloji ya da Aile Danışmanlığı alanında düşünüyorum diyebilirim.
S.B: Lisansüstü eğitimin alanınız için önemi muhakkak vardır. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
L.G: Şöyle ki; bizim alanımızda Tıp da olduğu gibi uzmanlaşmak kıymetli. Çünkü bir çocuğun dünyasıyla, bir yetişkinin dünyasıyla denk duruma gelmek ve hitap edebilmek çok farklı yetkinlikler gerektirebiliyor. Bilhassa bizim alanımız için söyleyebilirim ki sadece ve sadece lisans eğitimine yeter gözüyle bakılmıyor. Bundan mütevellit lisans eğitiminin üzerine mütemadiyen eğitim almak ve kendinizi geliştirmek icap ediyor. Dolayısıyla bir lisansüstü eğitim mesleğin hakkını vermek ve profesyonel olmak adına kıymetlidir diye düşünüyorum.
S.B: Mesleğe yöneliş nasıl oldu peki? Bu süreci biraz dinlemek istiyorum.
L.G: Tabi ki. Aslında benim mesleğe başlangıcım çok ilginç değil. Lise yıllarından itibaren psikoloji ilgimi çeken bir alandı ama afaki düzeyde, ekstrem bir yolculuk sonucu bulunduğum konuma eriştim diyemem. Yani tatlı bir ilginin çıktısı olarak nitelendiriyorum bulunduğum konumu. Ve birkaç anının da sürükleyiciliği diyebilirim. Yıllar evvel çocukluğuma denk gelen dönemde annem arkadaşlarıyla oturuyorken biz de arkadaş grubumuzla oyun oynuyorduk. Anneme televizyon mu açık diye sormuşlar, annem de hayır Leynur konuşuyor demiş. Arkadaşları da bu duruma binaen çok düzgün konuştuğuma vurgu yapmışlar. Bununla beraber yazmayı, anlatmayı, insanların hayatını merak eden yanım vardı. Üniversite tercih dönemimde de Psikoloji dışında bir başka bölüm tercihim olmadı. 2017 yılında KTO Karatay Üniversitesi – Psikoloji lisans alanına başladım. Mesleğimi severek icra ediyorum.
S.B: Bölüm tercihi ve mesleği icra etme noktasındaki aile tutumunuz ne yöndeydi peki?
L.G: Sürecin en başından beri beni desteklediler, cesaretlendirdiler diyebilirim. Benim üniversiteye başladığım sene iki farklı sınavın ortalamasıyla bir tercih yapıyorduk. Ve ilk sınav benim için oldukça kötü geçmişti. Orada bir şeylerin bittiği düşüncesi hakimdi bende. Ama ailem sağ olsunlar beni hep desteklediler. İkinci sınavda da edebiyatla durumu kurtardım diyebilirim. Akabinde ise bir sene daha sınava hazırlansam mı düşüncesi baskın olmaya başlamıştı ki dediğim üzere ailem çok destekledi ve olağan sürece kanalize olmam gerektiği noktasında cesaretlendirdiler.
S.B: Sürece binaen bir alternatifim olur gözüyle baktınız mı hiç?
L.G: Hayır hiç düşünmedim.
S.B: Şunu sormak istiyorum. psikolog ve psikolojik danışman noktasında bir ayrım var mı?
L.G: Aslında bu konuda bir kafa karışıklığı yaşandığını düşünüyorum. Çünkü psikologlar ve psikolojik danışmanlar kol kola çalışıyoruz. Benzer işler yapıyoruz. Ve bu noktada lisans eğitimin alanlarda tamamlayan ardından gelişimi için eğitimler alan ve uzmanlaşmaya devam eden pek çok psikolog ve psikolojik danışman arkadaşım var. Tabi bu noktada etik değerlere sadık olma kabiliyeti benim için çok kıymetli. Bu kafa karışıklığını gidermek için öncelikli olarak alan dışında birçok kişinin kendisini psikolog, psikolojik danışman, Yaşam Koçu, Nefes Koçu gibi tanıtması için duygusal açıdan zarar verebileceği birçok durumu önlemek adına bir an önce meslek yasamızın çıkmasını diliyorum.
S.B: Alan dahilinde devlet ve vakıf üniversitelerinin kalitesini tartacak olursak bir ayrım gütme durumu ortaya çıkıyor mu sizce?
L.G: Aslında hayır. Böyle bir ayrımın olduğunu düşünmüyorum. Üniversitelerin eğitim imkânları, araştırma kabiliyetleri, teknik ve bilimsel kapasiteleri belirleyici oluyor. Bunlara bakarak çok daha sağlıklı tercihler yapılabileceğine inanıyorum.
S.B: Yurt dışı eğitimini gerekli görüyor musunuz peki?
L.G: Ben düşünmedim. Ama alan dahilinde birçok kaynak bizim için yabancı dil de olduğu için ve biraz daha belki deneysel psikoloji alanında araştırmalara daha rahat imkân bulunabileceği için tabi ki çok daha gerekli olabilir.
S.B: Mesleğe yönelik iş ve yaşam dengesini nasıl sağlıyorsunuz?
L.G: Her şeyden önce bu koltuğa otururken kendi hayatlarımızdan sıyrılmış bir vaziyette oturmamız gerektiğini düşünüyorum. Öncelikle kendi iyilik halimizin, enerjimizin sağlıklı ve yeterli olması tabi ki çok büyük önem taşıyor. Ve böyle olabilmesi gerekiyor ki fayda sağlayabilelim. Mesleğe başlarken de aslında duygusal bir yapımın olduğunu düşünen yakın çevrem birçok defa emin misin bu mesleği yapabileceğine şeklinde sorular yöneltmişti. Ama işin içine girdiğimde daha da iyi anlamış oldum ki merkez-çevre ilişkisinde merkez de hep bir başkası var. Dolayısıyla bizler belirli bir süre sadece onların eşlikçileriyiz. Karşımızdaki insanın duygu durumuyla savrulup gitmiyoruz. Ve psikoloji insanın olduğu her yerde. Dolayısıyla buradan kapıyı kapatıp çıkarken psikolog kimliğinden tamamen kopmak çok mümkün değil. Ancak sadece arkadaşlarımla arkadaş, ailemle evlat ya da eş olmaya özen gösteriyorum. Her zaman bir gözlemci olsam da hayatımın her alanında bir psikolog değilim. Bu yüzden inanıyorum ki bu dengeyi insanın kendi içinde yakalaması gerekiyor. Ben her insanı bir hikâye gibi görüyorum. Ve burada birçok hikâyeye tanık oluyorum. Yaptığım işin kıymetinin farkındayım. Ez cümle bu dengeyi kendi içimde çok kıymetli bir şekilde yürüttüğüme inanıyorum.
S.B: Leynur Hanım bu alanın dünü, bugünü ve geleceği hakkındaki değerlendirmelerinizi merak ediyorum.
L.G: Ben dört yıldır meslekte olduğum için mesleğin çok öncesine uzanamayacağım ama Türkiye şartlarında dünün çok aydınlık olmadığını şu açıdan söyleyebiliriz. Belki geçtiğimiz yıllara kadar ciddi ön yargılar vardı aslında psikolojik destek alma noktasında ve halen de öyle. Çalıştığım kitlenin kahir ekseriyeti 20-35 yaş ve kadın olduğunu söyleyebilirim. Bakıldığı zaman toplumda erkekler ağlamaz, duygularını göstermek güçsüzlüktür şeklinde pek çok tabu var. Bu tabuları yıkmakta belki son yıllarda özellikle dizi ve film sektörüne yönelik yapıtlar ve dahi kitap, podcast alışkanlıklarıyla birlikte bir nebze de olsa rahatlamaya gidildiğini düşünüyorum. Nihai olarak bu mesleğin geleceğini bugünden daha parlak görebiliyorum diyebilirim.
S.B: Peki bir danışan Psikolog kriterlerini neye göre belirlemeli ve bu kriterler ne olmalı?
L.G: Bu soru en sevdiğim sorulardan bir tanesi oldu. Bu noktayı oldukça önemsiyorum çünkü her alan da olduğu gibi bizim alanımızda lisans diplomasının yeterli görülmediği bir alan. Bizim alanımız maalesef çok fazla sömürüye açık bu nedenle de her şeyden önce dikkat edilmesi gerekilen durum lisans diploması tabi ki. Karşımızdaki kişinin lisans diplomasının olup olmadığını sormak bir ayıp değil, bana sorulduğunda ben mutlu oluyorum. Bunun dışında psikoloji gibi bir bölümün hayat boyu gelişim göstereceği bir aşikâr. Bunun yanı sıra bizlerin alanda yetkinliğini geliştirebilmek adına yapabileceğimiz pek çok şey var. Bunlardan bir tanesi ekol dediğimiz çalışma sistemi. Bunlar benimseyebileceğimiz çalışma teknikleri. Harici olarak danışan ve psikolog arasında terapötik bir bağ oluşması gerekiyor. Bunu tabi uzaktan anlayabilmek mümkün değil. Belki mümkünse çalışabilecekleri psikologla yapabilecekleri bir ön görüşme faydalı olabilir. Çünkü arada güçlü ve samimi (etik değerler kapsamında) bir bağ kurulması gerekiyor.
S.B: Bu alanın öğrencilerine tavsiyeleriniz neler olur?
L.G: Aslında psikoloji öğrencileri için okul döneminin çok kıymetli değerlendirilmesi taraftarıyım. Çünkü yapılabilecek çok fazla şey var. Okunacak çok fazla kaynak var. Katılabilecekleri çok fazla etkinlik, konferans var. Ve ilk seneden itibaren meraklarını diri tutarak bir gelişim içinde olmaları gerekiyor. Bol bol gözlem yapmaları, mümkünse staj imkânını hayatlarında uygulama makamına koymaları lazım. Dolayısıyla mezun olmayı beklemeden harekete geçebilecek pek çok imkâna sahipler.
S.B: Mesleğe dayalı prensipleriniz neler peki?
L.G: Aslında mesleğe dayalı prensiplerimde olağan dışı değil. Burada gerçek bağlar kurabilmek benim kıymetli prensiplerimden bir tanesi. Karşımdaki insanı bir kere ya da yıllar boyu görecek olsam da onu dikkatli bir şekilde dinlemeye çalışıyorum. Kişisel hayatımdan tamamen sıyrılarak o kişiyle beraber o anda ve akışta kalmaya çalışıyorum. İyi bir eşlikçi olmaya çalışıyorum. Bunu da gerçek bir bağ kurabilmenin önkoşulu olarak görüyorum.
S.B: Siz ruh sağlığınızı nasıl besliyorsunuz?
L.G: Anda kalabilme becerisi çok önemli ve ben meslekte bu becerimi geliştirebildiğimi düşünüyorum. Yani basit anların farkındalığı çok değerli. Çünkü anda olmak, yaşamak ve farkında olmak yaptığım en basit ama en önemli şey. Sizinleyken bu anın keyfini çıkarmaya çalışıyorum bir iki saat sonra yapacağım şeyleri düşünmemeye çalışıyorum. Bunun yanı sıra rutinlerim var. Rutinlerime sadık kalmaya çalışıyorum. Rutinlerim içerisinde arada bir bu rutinleri bozmak da var. Nihai olarak kendi içimde bir denge yakalamaya çalışıyorum diyebilirim.
S.B: Psikolojiye dayalı toplum bilincini nasıl diri tutabiliriz?
L.G: Tabi toplum bilincinden bahsedebilmemiz için öncelikle bireysel bilinci öne koyup bireysel bilinci beslememiz gerekiyor. Burada belirli yasal düzenlemelerle birlikte evlilik öncesinde aile olmanın ve geleceğin ebeveyn adayları olmanın bazı yükümlülükleri olmalı. Çünkü bugün karşılaştığımız pek çok problemin kökeninde aile ve yetiştirilme biçimlerinin olduğunu görüyoruz. Bunun içinde bireyin gelişiminde, aile yaşam tarzlarının, ebeveynlik biçimlerinin önemi büyük. Yani bireyin gelişimi ailenin gelişimi demek, ailenin gelişimi toplumun gelişimi demek. Burada biraz daha Devlet destekli çalışmaların önemli olduğunu düşünüyorum.
S.B: Ülkemizdeki psikolojik okur-yazarlık düzeyini nasıl değerlendiriyorsunuz?
L.G: Gittikçe geliştiğini ama henüz tam anlamıyla yerleşmediğini düşünüyorum. Daha evvelde bahsettiğim gibi izlediklerimizle, okuduklarımızla hayatın içine karışsa da psikolojik okur-yazarlık, gelişime biraz daha ihtiyacı var diyebilirim.
S.B: Son olarak size ait bir söz duymak isterim.
L.G: Evet, var. Paylaşabilirim sizinle. ‘Yaşamın eşsiz yolculuğunda ilerlemekte olan yolcu! Yolunu kimseyle kıyaslamadan, yolun sonunu görmeye çalışmadan, acele etmeden, geç kalma endişesi taşımadan; incelikle ve derinden yaşa. Unutma, senin yolun sana özgü.’
S.B: Leynur Hanım çok teşekkür ediyorum. Benim için çok keyifli bir sohbetti. Çalışmalarınız da başarılar diliyorum.
L.G: Ben teşekkür ediyorum Sadık Bey. Benim için de çok keyifliydi. Ben de sizlere başarılar diliyorum, hoşça kalın.