Pusula’yla merhaba…
Geçen yıl ağustos ayında yazılarıma ara vererek sizlerden ayrılmış, “ilerde buluşmak üzere” diyerek bir açık kapı bırakmıştım. Bir yazar için yazmamak kedini idama mahkum etmek gibidir. Bana göre bu çok uzun fasılada yine de durmadım. Gerek sosyal medyada gerekse bazı dergilerde kayda değer yazılar yazdım.
Gazetede yazmayı bıraktığımdan beri gerek telefonla gerek sosyal medya aracılığı ile özlediklerini belirten kardeşlerimle buluşmak ve onlarla hemhal olmak bir başka adreste nasipmiş. Konya’dan, köyden kentten aklımın erdiğince dilimin döndüğünce kalemime parmaklarımın hükmettiğince bir şeyler aktarmaya gayret edeceğim. Bu işimi yaparken doğruluktan ve hakikatten asla ayrılmayacağıma söz veriyorum.
Uzun süre yazılarımı yazdığım Memleket gazetesinden ayrılmamın gerekçesi bir dargınlıktan değil. Hani bir evin oğlu ya da kızı zamanı gelince evden yuvadan uçuyor ya benimkisi de öyle bir durum. Kızlar mecburen ayrılacak, lakin erkekler de ayrılmak lüzumu hissediyor bazen. Hem tebdili mekanda ferahlık vardır.
Yeni bir yuvada PUSULA’da yazmak düştü nasibimize. Konya basınında kısa zamanda çok yol alıp iyi bir “çıkış” yakalayan Pusula’dayım… Yerel ve yaygın haberleri kadar magazin sayfaları ile de isminden sıkça bahsedildi. Çarşıda pazarda elden ele dolaşan “çekim gücü” yüksek bir gazete olmayı başardı. İşte o sıcaklık ve samimiyet beni de alıverdi içine…
İnsanlar yol bulmakta zorlandıklarında ya ağaç yosunlarında ya mezar taşlarında ya da değişik bir şekilde esen rüzgarlardan faydalanarak yollarını bulurlar. Çok şükür böyle bir taşa, ağaca, rüzgara müracaat etmeden Pusula’mızla yola koyulduk. Yüce Allah gücümüze güç katsın. Ekibin kalemine kuvvet versin.
Şimdi yeni yuvada, patronundan çalışanına yazarından okuruna tüm hizmet üreten ve hizmet alanlara en kalbi sevgi, saygı ve selamlarımı sunuyor, her şeyin gönüllerince olmasını Allah’tan temenni ediyorum.
Sözü anlamlı bir fıkra ile bağlayalım:
İbrahim Efendi adında bir zat-ı muhterem hayırlı yola (Hacc’a) gitmek için yola çıkmış. İbrahim Efendi öyle mütevazi öyle Allah dostu, öyle dininde sadık bir zatmış ki olsa o kadar olurmuş. Ancak bu bilgisini, becerisini hem gönül zenginliğini hem de maddiyat sahibi oluşunu kimselere belli etmezmiş.
Hac yolu üzerinde bir konaklama yerinde, bir şahıs yolcular arasında utanarak sıkılarak dolanıyor bir şeyler söylüyormuş insanlara. Kimileri onun isteğine cevap veriyor kimisi de reddediyormuş. Bizim İbrahim Efendi adamı takip etmiş parasının soyulduğunu, meteliksiz kaldığını söyleyip yolculardan yardım talep ediyormuş. İbrahim Efendi bu şahsa yardım etmek istemiş ama öyle üç beş kuruşla yardım edip de yarasına merhem olmayacak şekilde değil de bu uzun yol boyunca başka kimseye muhtaç olmasın diye düşünmüş. Hem de bunu karşılıksız yapmak istiyormuş. Adamı bir kenara çekmiş ve kimseler görmeden onun bütün bu hayırlı yol boyunca ihtiyacını görecek parayı ya da altını vermiş ve bunun karşılığını istemediğini söylemiş ve bundan kimselere bahsetmemesini de sıkı sıkı tembih etmiş.
Yola revan olmuşlar Mekke-i Mükerreme’ye vasıl olup hacı olmak için ibadetlere koyulmuşlar. Bir ara İbrahim Efendi ibadet esnasında çok yorgun düşmüş ve bir kenarda uyuyakalmış.
Onu bu uykusundan bir zat uyandırmış ve sert bir eda ile onu azarlayıp “Bu mübarek yerde böyle yatılır mı, sen ne saygısız birisin” azarladıktan sonra “seni ilgililere şikayet edeceğim” deyip kolundan tutmuş, bir meclise götürüp kurulmuş olan bir mahkeme heyetinin önüne varmışlar. “Dur şurada” deyip mahkeme heyetine bu şahıstan şikayet etmeye başlamış o zat. Mahkeme heyeti şahsı dinledikten sonra “Şimdi bu adama ne yapmamızı istiyorsun, ne ceza verelim” diye sormuşlar. O kişi de “Adam yüzünüze baksın cezasını kendisi kessin” demiş. İbrahim Efendi’ye “Mahkeme Başkanı niçin yattın, bunu bilerek mi yaptın, yoksa gaflet mi bastı, yüzüme bak cevap ver” deyince İbrahim Efendi “Efemdim gaflete düştüm, af edin yüzünüze bakmaya cesaretim yok cezanız ne ise razıyım” karşılığını verir. Mahkeme reisi de “Gaflette imişsin affedildin, haccın mübarek olsun” deyip gitmesine müsaade eder. Makamdan çıkınca karşısında hiç yüzüne bakmadığı şikayet eden şahsın yüzüne bakar ki yolda yardım ettiği zattan başkası değildir. Ona dönüp “yahu bana niye bu zor anları yaşattın niçin beni şikayet ettin” diye çıkışır. Adam de şöyle cevap verir: Ey Allah’ın sevgili kulu, seni Peygamber efendimizin huzuruna götürdüm, ama sen bir türlü mahkeme başkanı olan rasülün yüzüne bakmadın. Meramım sana Rasul-i Zişan’ı gösterip sana borcumu ödemekti. Başka türlü borcumu nasıl öderdim.
Ben de okurlarımdan daha fazla ayrı kalamadım, değerli okurlar, can dostlar… Pusula’nın istikametiyle sizlere merhaba diyorum. Konya için “değecek”, Konya insanını “değerli” görecek yazılarda birlikte olacağız inşallah. Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler.