TRT AVAZ ekranlarında, Dr. Coşkun Yılmaz’ın hazırlayıp sunduğu ve canlı olarak ekranlara gelen Konya’dan Rahmet Akşamları’nı zaman zaman dinliyorum. Dr. Faiz Özdengül’ün de Mesnevî’den hikâyeleri çarpıcı bir şekilde paylaştığı bu güzel programın konukları arasında yer alan Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç, günümüz Müslümanlarını ve İslâm dünyasını çok yakından ilgilendiren konulara temas ederek oluşan büyük tehlikelere dikkati çekti.
Mevlâna Dergâhı Gül Bahçesi’nde gerçekleştirilen ve soru-cevap şeklinde geçen sohbette, kendisini Sûfi ve Şiir, Mevlânâ Üzerine Konuşmalar ve diğer onun üzerinde eserlerinden tanıdığımız tasavvuf uzman, ilim ve irfan sahibi âlimlerimizden ve aynı zamanda diplomat olan Mahmut Erol Kılıç, çok önemli mesajlar verdi. Konya’yı Mevlâna ile birlikte nasıl işleyelim ki onun evrensel çağrısını, kaynağını İslâm’dan alan cihânşumül dâvetini asrın idrakine sunma noktasında da bizlere önemli diyebileceğimiz açılımlar yaptı.
Kıssadan hisse almanızı ümit ederek bu güzel sohbeti istifadelerinize sunuyorum.
KONYA, MEVLÂNA İLE ÖZDEŞTİR
“Yerli ve yabancı gözle baktığımız zaman Konya deyince ilk akla gelen; şerefü’l-mekân bi’l- şerfü’l-mekîn. “Mekânların şerefi o mekânı şereflendirenlerdendir.” tebaasından hareket edilerek bugün huzurunda bulunduğumuz, çekim gereği sırtımızı döndüğümüz ve bundan dolayı kendisinden izin alarak oturduğumuz Hz. Mevlâna ile Konya şehri bütün dünyada özdeşleşmiştir. Yâni “Mevlâna yoksa, Konya yoktur!” diyebilecek noktadadır bu iki şehrin özdeşleşmesi. Bu mânada şehre ruhunu veren tabiki çok daha başka noktalar da bulunmakta. Ama her şeyden evvel bir ruh mimarı olarak Mevlâna’sız bir Konya tahayyül edemiyorum ben şahsen. Bundan dolayı Konya’yı Mevlâna ile işleyip, özellikle İslâm dünyasının şu an bulunduğu hal-i pürmelâli dediğimiz, maalesef irfânsız Sünniler ile irfansız Şiilerin mübarek Ramazan ayında dahi birbirlerini boğazlamak ve kesmekle meşgul oldukları bir yerde bu hazretin çağrısı; sadece kitaplarda kalan bir çağrı olmasın, o kafesten o zincirleri kırarak hem ülkemizin sathına hem İslâm dünyasının arzına yayılan bir vahdet, bir birlik, bir insanlık, bir kardeşlik çağrısı olsun inşaâllah.
“ÖNCELİKLE RUH İNŞA ETMELİYİZ”
Bugün İslâm dünyasında verilen eğitimlerde Hz. Mevlâna’nın İslâm’ı dediğimiz, Hz. Mevlâna’nın yorumladığı, anladığı ve çağına yorumladığı İslâm’dan bî haber bir kitle bulunmakta. Özellikle Afrika ve Ortadoğu’daki İslâm formatı maalesef irfânî geleneği dışlayan bir İslâm formatı.
İslâm denilince sadece bazı hukuk umdeleri anlaşılan, onun haricinde bir ontolojisi, bir esprisi, bir ruhu, bir irfanı olmayan âdeta bir hukuk müesseselerinden mekanik bir müessese… Tabiki ruh olan yerde ister istemez işin zahiri, düzenlemesi bulunacaktır. Ve bundan dolayı da işin hukuki tarafı da tabiki olacaktır. Ama bu bir sonuçtur. Peygamber Efendimiz’in hayatına baktığımız zaman Medine’nin son dönemlerinde daha devreye girmeye başlayacaktır hukuk. Çünkü önce bir ruh inşa edilir. Bu ruhu korumak için bir kabuğa ihtiyaç doğar. Ve o kabuk yavaş yavaş etrafını örmeye başlar. İster istemez hukukun olmadığı yer anarşidir. Dinde de hukuksuzluk anarşizme yol açar. Hukuksuzluğu müdafaa ediyor değiliz. Ama herşey hukuk demek değildir.
KONYA İRFAN BAŞKENTİDİR
Hukuktan ruh koparıldığı anda hukuk nereden çıktığını (kaynağını) unutur, bugünkü hale gelir. Bugün 17-18 yaşındaki genç çocukların Afganistan’da adı Taliban, bir yerde Şebap, bir başka yerde başka isimler altında bol bol ahkâm kestiklerini, onu bunu kâfir ilân ettiklerini ve maalesef İslâm dünyasının imajını zedelediklerini görmekteyiz. Bu açıdan Konya çok önemli. Konya’nın önemi hazreti Mevlâna’dan geliyor. Birleştirici bir mekân olabilir. Nasıl İstanbul iki kıtayı birleştiren mutena bir şehir ise, bir asitâne ise, Konya da bu mânada tarihte hem siyasi anlamda başkentlik yapmış ama aynı zamanda irfânî açıdan da irfan başkenti olmuş bir yerdir.
“İSLÂMI İDEOLOJİ HALİNE GETİRDİLER”
Kurucu figürler olarak bunları işlememiz gerekiyor. Tabi öncelikle bizim bunların mirasına sahip olmamız, bunları anlamamız, hazmetmemiz gerekiyor. Modern Müslümanlar maalesef bu mirastan, bu gelenekten çok yabancılaştılar. Nevzuhûr dediğimiz yeni bir takım akımlara tabi oldular. Gelenekten koptular. Ve ortaya ister istemez ruhsuz, mekanik bir din anlayışı çıktı. Yâni maneviyatı olmayan, maksadı belli olmayan bir din ki ideoloji haline geldi bu. Maalesef İslâm dünyasında bazı gençlerin elinde İslâm, bir din değildir. İslâm diye bir ideoloji var artık. O ideoleştirildiği zaman dünyevileştirilmiş hale geliyor, içinde maneviyat yok. İçinde felsefe yok. İçinde ruh yok. İçinde ontoloji yok. Sadece dışlayıcı, ötekileştirici, parçalayıcı, onu bunu tekfir eden, kendinden başkasını doğru müslüman kabul etmeyen…
Peygamber Efendimiz böyle bir anlayışa sahip değildi. Hataları, ayıpları, günahları örtmeye çalışan bir kimseydi. Hatta elinden geldiği kadar hukuku dahi tatbik etmemeye çalışıyordu. Çok zor kalınınca hukuk tatbik ediliyordu. Yâni hukuk esnemeyen bir şey değildir. Mezhepler bundan dolayı ortaya çıkıyor zaten. Yâni somut, dondurulmuş bir yapıda değildir. Bir konuda İmam-i Şafi böyle buyurmuştur, İmam-ı Hanife şöyle buyurmuştur, İmam-ı Malik şu şekilde buyurmuştur… Bunları hepsi rahmettir. Bunları bir din haline getirmememiz gerekiyor.
YARIN: Kur’an bize yeter diyenler ve Hariciler.