Zemheriyi yaşatan, kapıdan pencereden baktıran Mart ayını bitirip Nisan’dan ve bahardan ilk günlerimizi aldık…
Kışın ortasında, Aralık’ta, zemheride görmediğimiz karı, Mart ayında görmüş olduk. Bereket oldu, hamdolsun.
Her ne kadar soğuğuyla meyve ağaçlarında bir miktar dona neden olmuş olsa da rahmete susayan topraklarımızı kısmen de olsa doyurmuş oldu bu rahmet. Ayrıca hiç üstüne düşmediğimiz bir husus daha var. Konya’yı besleyen en önemli kaynaklardan olan Altınapa Barajı’ndaki su miktarı gözle görülür seviyelerde azalmıştı. Rahmetin önümüzdeki günlerde de devam edeceği yönünde tahminlerle birlikte şehir genelindeki tüm barajlarımız da beslenecektir.
Çiftçilerin son umudu bahar yağışlarıydı. Aksi halde özellikle sulu tarım yapılamayan kıraç arazilerde ciddi bir kuraklık bekleniyordu. Öyle ki, Konya’daki tarım arazilerinin ancak yüzde 5’lik bir diliminde sulu tarım yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda kaybın ne kadar büyük olacağı anlaşılacaktır. Şükür ki Mart yağışları toprağa cansuyu oldu.
Konuyu daha çok sulandırmadan asıl mevzuya gelelim.
Toprağın, rahmetin kıymetini bilen, inanın bir damla suyu dahi boşa gidermiyor.
Oruçlu insandan da açlığın, yokluğun, nimetin kıymetini bilmesi bekleniyor.
Ancak üzülerek söylüyorum ki oruçken akşamı, iftarı iple çeken bizler, iftarımızı açıp karnımızı doyurduktan sonra nimetin kıymetini ortadan kaldırıveriyoruz. Sonra nimeti gözünün yaşına bakmadan çöpe atabiliyoruz.
Bu yıl depremden ötürü müdür bilmiyorum ama şükür ki en azından gösterişli, şaşaalı, gönlü ve gözü karından daha çok doyuran israf sofraları kurulmuyor. Belki de hayat pahalılığındandır.
Ama hiçbir güç ekmek israfının önüne geçmiyor, geçemiyor.
Gözü aç, kan şekeri düşmüş, gözünün önünden iftar vakti yaklaştıkça türlü türlü yemekler geçen insan dışarı çıkıp bir şeyler alacağı zaman pahasına, ederine bakmıyor. Açlığın verdiği dürtüler onu daha fazlasına, ihtiyacından fazla olana sevk ediyor.
En çok sevdiğimiz, en çok değer verdiğimiz şey aynı zamanda en çok israf ettiğimiz şey
Bunu her ne hikmetse Ramazan ayında daha çok yapıyoruz.
Kıtlık var gibi, dünyayı yiyecek gibi davranıyoruz.
Ekmek fırınlarında en taze, en sıcak, en güzel kızarmış ekmeği alabilmek için birbirimizle yarışıyoruz.
Sonra?
Ekmeğe ulaşmak için harcadığımız onca emek, verdiğimiz bunca değer, bunca kıymet, karnımız doyana kadar.
Karnımız doyunca ekmeğin değeri de bitiyor. Yediğimiz yanımıza kâr kalırken, yemediğimiz ertesi güne mutfakta kendine yer bulamıyor.
Birçoğumuzun eşleri ve anneleri mahir elleriyle bayat ekmekleri değerlendirmeyi başarıyor. Ama ne hikmetse çöp kenarlarının yanına bırakılmış olan poşetler dolusu ekmek gerçeği bir türlü değişmiyor.
Öyle bayat, küflenmiş filan da değil ha! Sadece bir iki gün önce alınmış. Tek eksiği fırından yeni çıkmış olmaması.
Gözümle görmesem bu kadarı olmaz der inanmam.
Teravih namazına giderken karşılaştığım bir komşum, camiye doğru adımlarken önüne gelen çöp kovasının kenarına eğilip bir şeyler alıyor, gittikçe elindeki yük ağırlaşıyordu. Caminin önüne geldiğimizde yanına yaklaştım. Bakışlarımdan anlamış olacak ki ben daha sormadan başladı anlatmaya, “Ekmek bulup yediğimize şükredelim. Bunun vebalini nasıl öderiz bilmiyorum. Şunlara bak bayat bile değil. İnsan nasıl bu kadar israf edebilir anlamıyorum…”
Neyse ki Beyhekim Mahallesi’nde müstakil bir evde ikamet eden, bahçesinde tavuğu, ahırında ineği olan bir vatandaş toplanan ekmekleri caminin avlusundan alıp götürüyormuş da tamamen heba olmuyormuş.
Hakikaten şaşırmamak elde değil.
Ramazan ayı israf ayı olmuş…
Rahmete, bereket ve mağfiret umduğumuz, bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi’ni içinde barındıran bu mübarek zaman diliminde belki yaptığımız tüm ibadetleri silip süpürecek bir günaha imza atıyoruz yaptığımız ekmek israfıyla…
Tüketemediğimiz, tükettiğimizden daha fazla olsa da bu kısır döngü devam edip gidiyor.
Kısacası insafsızca israf edip, tüketemediğimizi de yine insafsızca sokağa bırakabiliyoruz. Belki börtünün, böceğin, kedinin, köpeğin, kuşun, kurdun hakkıdır diye kendimizi avutuyoruz ama dönüp kendimize israf ettiğimizi itiraf edemiyoruz.
Ve belki ne kadar aç gözlü ve israfçı olduğumuzu, hele Ramazan ayında israfın daha büyük bir boyuta taşındığını kendimize dahi itiraf edemiyoruz. Ama şunu çok iyi biliyorum, israf ediyoruz…