Bundan on-on iki yıl kadar önceydi. O yıllarda Pandemi yoktu. Virüs ve varyantları yoktu. Ne altının burnu bir karış havadaydı ne de dolar alıp başını gitmişti. Enflasyon kendi halinde aralarda dolaşıp yürüyordu. Ne o kimseye karışıyor, nede kimse ona takılıyordu.
Hocalarımız sağ olsunlar, camilerimizde ve ekranlarda on bir ayın sultanı olan Ramazan ayının faziletlerinden dem vuruyorlardı...
Oruçluların cennete Reyyan kapısından gireceğini pek bir güzel anlatıyorlardı.
Oruç tutmanın, oruçlu olmanın, oruçlu insanların gün içindeki olması gereken hal ve hareketlerinden verdikleri örneklere diyecek yoktu.
Lakin bizler o yıllarda da, bu anlatılanlara hiç aldırmadık. Sığındık oruca bir dünya kavga ettik!
Yetmedi ana-avrat dümdüz gittik, yakası açılmadık küfürler sıraladık art arda.
Dur dediler, yazıktır, günahtır oruçlusun dediler, dinlemedik, hırsımızı yenemedik, yumruklarımız, tekmelerimiz havada uçuştu.
Hoşgörü şehrinde, hoşgörüyü, anlayışı, hatır-gönül ilişkilerini hiçe saydık!
Yeminle kalp kırmayacağız dedik, kırmamamız gereken kalpleri kırmaktan çekinmedik!
İftar sonrasında pişman olsak ne çare? Özür diledik olmadı! Dil ile bizi affedenler, gönülden hiçbir zaman affetmediler, bağışlamadılar!
Oruca sığınarak yapmış olduğumuz hataları yıllar sonra hatırlamak neyi değiştirdi ki? Ders alabildik mi, çıkarabildik mi? Bin kez keşke desek, olmuyor, yetmiyor!
*****
İftar daveti verenlerimiz, yine namım yürüsün babından diye bir terane tutturdu. Birkaç fakir fukara çağırdılar çağırmasına da, baş köşeye onları oturtmadılar. En uca, en geriye onlar oturdu, baş köşeye ise hatırlı olanlar, hatırı büyük olanlar!
Fakir fukara- garip guraba diye dilimizden düşürmediklerimizi böyle bir ayda yine unuttuk!
Yine görmezden, bilmezden geldik!
Fırsat bu fırsat diyerek, gösterişe, şatafata, kendimizi anlatmaya ve tanıtmaya gayret gösterdik!
Bizi ikaz edenleri yine dinlemedik, yine dikkate almadık.
Zengin iftar sofralarından yine vazgeçemedik.
Şehrin en tanınan, en bilinen ve en göz önünde mekanlarında iftar verdik!
Rabbimizin bilmesi yetmedi, ne hikmetse çoluk çocuk hiçbirimizi tatminde etmedi.
Bilinelim, anlatılalım, verdiğimiz iftar bir Ramazan anılsın, anlatılsın, gelenlerce paylaşılsın, yorumlar ve beğeniler yağsın istedik!
Bu işi yazanlar haber yapsın, manşetten haber yapsın dileklerimizi de söylemeden edemedik.
Bir çoğumuz emeline ulaştı!
Yüzlerce yorum, bin küsur beğeni, çorbadan tutun, ana yemeğe, tatlıya, içilen suyun markasına kadar paylaşılmayan hiçbir şey kalmadı.
Mest olduk!
Duymayan, bilmeyen kalmadı!
Neye mi yaradı?
Bize göre, kıskananlar çatladı!
*****
Sonra, çıktı birileri, fakir fukaranın halini anlamaya ne zaman niyetiniz oldu ki diye eleştirdi!
Eleştireceklerdi tabi de…Her doğru her yerde söylenmez! Hele böyle taşa söyler gibi denmez diyenler oldu. Sonra, meyvalı ağacı taşlarlar denildi, geçildi, üzerine bir bardak su içildi.
Önemli olan böyle bir iftar daveti vermekti.
Soframız geçen yıldan daha zengindi. Gelenler daha seçkindi.
Mekan olarak ilk üçe giren bir mekan seçmemiz artı bir özellikti.
İftarda kimler mi vardı?
Hangi önemli isimler ve şahsiyetler iftara teşrif ettiler?
Valla ne diyelim bilmem!
Yarın kimin olup olmadığını herkes öğrenir!
O derecede yani!
İnsan niye üzülüyor biliyor musunuz?
İftariyelik olarak ikram ettiğimiz hurmayı eleştirmişler!
Bir kere o hurma Medine Hurmasıydı, iftariyelik tabağında ise yok yoktu yeminle…
Adam sucuk koysa pastırma koymuyor, tek bir çeşit peynir, o da küçücük, domatesin çeyreğini üçe bölmüş, bir salatalık bir masaya yetmiş, ne yapmış bunlar, ne etmiş?
Herkes ne de çok bilmiş arkadaş!
Bakın şu masaya, bakın şu iftar tabağına!
Sucuk var, pastırma var, kaşar dahil beş çeşit peynir, üç çeşit zeytin, tahin-pekmez var! Ceviz var! Kuru kayısı var! Daha da güzeli bal var bal!
O eleştireni de gördük! Şimdi duysa iftar masası yarıştırıyor diyecek!
Ne münasebet! Sofrayı gördünüz, çektiniz, var mı bir yanlışım, böyle mübarek bir günde? Tövbe! Tövbe!
*****
İftara davet edilenler milletin başına gurme kesilmiş haberimiz yok! İftar vaktine kadar, gittikleri iftarları yarıştırmaya bir başlıyorlar, iftara mı geldiler, dertleri ne, niyetleri ne, bu ay ne ayı, yapılanlar ne kadar doğru? Kimsenin umurunda değil!
İftar öncesinde hep böyle anlatımlar yok tabi…konuşanlar biraz siyasetten dem vuruyor, biraz seçimden, biraz geçimden, birazda kim gelmedi, niye gelmedi, bile bile mi davete icabet etmedi diye bir başlanıyor, bir de bakmışsınız, ezanlar okunmaya başlamış bile!
Şimdi efendim iftar olurda Konya Pilavı olmaz mı? Olur olmasına da, Konya pilavı da pek bir su kaldırır! Laflar havalarda uçuşur, masalar arasında dolaşır, sonra, takılır bir rüzgarın peşine, şehirde tur atar!
İftar olunca, ilk pilavlar genelde hazır olur! Olur olmasına da ikinciler hep geç gelir! Geç gelmesi yetmez, eti de az gelir! Kararında gelirse övgüye, gelmezse kısır döngüye dönüşür!
Sonra, Bamya çorbası soğuk gelir! Pilav masası dillenir, dile gelir, neler-neler söylenir.
Ayıptır, günahtır, yazıktır, diyenleri de duyan olmaz, dinleyen olmaz!
Eleman az denir, neden yetersiz denir, bari iftarda böyle olmasaydı denir!
Ardından başlar iftar karşılaştırmaları! Falancanın pilavı şöyleydi, iftarı böyleydi diyerekten!
Sonra dondurmalı tarafından irmik helvası!
Bir tane daha getir diyeni getiren duymadıysa, ya da helva kalmadıysa, ayıklayın pirincin taşını!
*****
İftar vermek hoştu, sevaptı amma, verilen iftarın kaç kişiye duyurulduğu konusu daha ağır basan bir husus oldu hep!
İftar verenlerin asıl merakı, esas merakı, amaçları ne miydi?
Bu konuda tevatürde çoktu, rivayette…Hikaye ve dedikodu ise ekleme yapıla-yapıla destan oldu!
Kimi reklam dedi!
Kimi daha çok tanınmak ve bilinmek!
Kimi geleceğe yatırım!
Kimi gönlünde yatan aslanlar var dedi geçti!
İstisnalar kaideyi bozmaz demişler ya, bu Ramazanda da o istisnalar yine kaideyi bozmadı!
Mütevazi iftar davetlerini anan olmadı!
Anlatanda…Dile getirende dilinin ucuyla şöyle bir söyledi geçti!
Netice de, bir ramazan daha geldi geçti.
Hayırlı Ramazanlar efendim!