Referanduma üç gün var.
Politik arenadan ve siyaseten bakılırsa uzun bir zaman dilimi.
Çünkü Dünya’da küresel anlamda büyük bir değişim yaşanıyor.
Bu değişim rüzgârlarından Türkiye de etkileniyor.
Türkiye’deki değişim ise hem hızlı hem de çok müthiş!
Bu değişimin içinde olduğumuz için şimdilik farkında değiliz.
İleride tarih ve tarihçiler, bu çok hızlı değişimi elbet bir gün yazacak.
***
Kararsızları oy oranı yüzde 14-15’lerde.
Daha bir hafta öncesine kadar “hayır” oyları öndeydi.
Ne oldu da “evet” oyları birden “hayır” oylarının önüne geçti…
“Denize dökme” ve “15 Temmuz”la ilgili kamuoyunda makes bulan CHP’lilerin açıklamaları, karşı tarafa siyasi malzeme veya koz olarak dönmesinden dolayı medya ve araştırma şirketleri, bu ani dalgalanmaları oran olarak fırsata dönüştürmekte gecikmediler!
***
12 Eylül 1980 öncesi Türkiye, “sağ-sol” diye ikiye bölünmüş ve bu durumdan kimlerin faydalandığı 13 Eylül sabahına uyanıldığında; 82 Anayasası’na yüksek oranda “evet” denildiğinde ortaya çıkmıştı.
Bu referandum öncesinde toplum “evet-hayır” diye ikiye ayrışarak 12 Eylül öncesi benzeri sosyal bir bölünmeye sahne oluyor. Sosyal Medya’da bu ayrışma alabildiğine devam ediyor. Kimileri çıkıyor sosyal medyadan “Benim ‘Hayır’cılarla işim olmaz” diyerek herşeyi kestirip atanlar olduğu gibi işi arkadaşlıktan çıkarmaya, dostlukları bozmaya, araya gönül koymaya kadar giden tavırlar da görülmüyor değil.
Bu durum, toplumu gerdiği gibi halkın da “evet-hayır” noktasında ikiye bölündüğü izlenimini veriyor. Toplum, 80’den bu tarafa hiç bu kadar ayrışmamıştı.
Bu gidişat hiç de iyiye doğru bir gidişat elbette değil!
15 Temmuz’da yakalanan o “Millî Ruh” neredeyse heba edilme aşamasına kadar geldi. Toplum tekrar ayrışmaya doğru hızla ilerledi ve ilerliyor.
Allah sonumuzu hayreyleye.
Değişim rüzgârları küresel ve harici olunca; ne taraftan estiği veya estirildiğinin önemi de pek anlaşılmıyor. Dünyayı küresel anlamda idare eden 300 büyük aile şirketi, hem Avrupa ülkelerini, hem Türkiye’yi hem de Orta Asya ülkelerini sömürebilmek açısından nasıl yönetileceklerine dair her argümanı (düzen-sistem) kullanmaktan çekinmiyorlar.
Türkiye’de, 17 Nisan’da sandıktan “evet” çıksa ne olacak?
“Hayır” çıktığında ise ne gibi gelişmeler bizi bekliyor olacak?..
Bu soruların cevaplarını siyaseten, hukukî ve ideolojik açıdan, ekonomik, kültürel ve sosyal yönden bulmak ve vermek de aydınlara, sosyologlara, hukukçulara ve tarihçilere düşüyor.
31 MART VAK’ASI VE ORDU-SİYASET İLİŞKİSİ
13 Nisan 1909 tarihi önemli bir tarih.
31 Mart Vak’asının başlangıcını teşkil etmesi bakımından önemli.
“İRTİCA” kavramı ilk defa bu 31 Mart ayaklanmasında kullanılmaya başlandı. Hemen hemen ülkemizdeki bütün darbelerde bu “irtica” kavramı kullanıldı ve dillendirildi. 28 Şubat Darbesi’nde de bu “irtica” kavramı başköşeye oturtularak Müslümanların “manevi dünyaları” allak bullak edilmişti. 28 Şubat Darbesi, diğer darbe ve ihtilallerden daha şiddetli ve daha tesirli idi.
8 yıllık kesintisiz eğitimle hem ülkenin geleceğine, hem sanayisine, hem de kalkınmasına büyük bir darbe indirilmişti.
Milletin ve halkın kazançları bankalar yoluyla hortumlanarak sömürülmüştü. Hiçbir hükümet ve siyasetçi, hukukçu çıkıp da bu hortumlamaların ve sömürün hesabını sormadı/soramadı.
AZİZİM DİYOR Kİ…
Abdülhamid’in tahtan indirilmesine yol açan 31 Mart Vak’ası, siyasi literatüre “irtica” kavramını hediye etmişti.
“Bugün bile gerçek mahiyeti tam olarak aydınlatılamamış bulunan 31 Mart isyanı, yakın tarihimizde “neyin yapılmasına” değil, neyin yapılmamasına dair güzel bir örnek teşkil etmektedir.”