“Büyük konuşma evlat” demişti yaşlı bilge…
“Hayat insanı kınadan ince un eder.”
Taşı sıksak suyunu çıkaracağımız dem’indeydik o zaman hayatın,
Akıllı olmamızı öğütlemişlerdi bize.
Hiç takmamış,
Gülüp geçmiştik bu söze onun için.
Bugün geldiğimiz noktada ne denli haklı olduğunu anlıyoruz o yaşlı bilgenin.
Sadece hayat mıydı eskiyen?
Ya da yaşlandıkça eskiyen ideallerimiz mi?
Dökülen saçlarımızla birlikte azgınlaşan tutkularımız
Eriyen günlerimizle birlikte her geçen gün artan hayata dair beklentilerimiz
İbret olması gerekirken arzularımızı daha da ateşleyen toprağa gömdüğümüz sevgililerimiz.
Tutmayı unuttuğumuz sözlerimiz
Ah o sözlerimiz
Çöldeki felaket anında Bedevinin ALLAH’a adadığı kurbana dönen sözlerimiz.
Hani meşhur hikayedir.
Bedevi hurma ağacına çıkmış.
Çölde bir fırtına çıkmış, öyle bir fırtına ki ağacı bir sağa bir sola savurup duruyor.
Bu sırada ağaca sımsıkı sarılan bedevi en içten duygularla ALLAH’a yalvarıyor.
“ALLAH’ım şu fırtına geçsin sana bir kurban”
Ama nafile
Fırtına daha da artıyor.
Bedevi kurban sayısını ikiye çıkarıyor.
Fırtınanın dineceği yok, üstelik öyle bir hızlanıyor ki bedevi düştü düşecek
Üç, dört, beş derken sayı ona kadar çıkıyor
Fırtına diniyor
Bedevi ağaçtan iniyor
Aşağıdakiler “hani kurban” diyor
Kurban öldü, fırtına bitti kurban gitti diyor.
Maalesef bedevinin durumuna dönmüş nefislerimizle
Çölün ortasında serap görmeye devam ediyoruz.
Tarumar olmuş ruhumuzu tamir etmek yerine âleme nizam vermeye kalkıyoruz.
Mahalle kaynıyor
Hayatımız tutuşmuş yanıyor
Biz süsleniyoruz
Devasa alışveriş merkezlerinde ruhlarımızı tüketiyoruz
Her geçen gün eriyoruz
Güneş batıdan doğmadan gaflet uykusundan uyanmayı bekliyoruz.
İpçioğlu hocama teşekkürlerimle.