Uzun uzun zaman önce memleketin birinde, öyle bir şehir varmış ki, bu şehirde şakşakçılık sanat edinilmiş. Hani laf kalabalığı derler ya…Atıp tutmada üstlerine yokmuş, bir dediği bir dediğini tutmayan insanlar revaçtaymış. Yalan yanlış konuşma üzerine kimse ellerine su dökemezmiş. Sonra palavra atmada bütün memlekette anılırlarmış. Yalanları doğru gibi anlatmak, atıp-savurmak konusunda bir hayli ileri gitmişler.
Hani doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovmuşlar denir ya…Doğru bu şehirde tutunamaz, kendine yer yurt edinemezmiş…Kim doğru bir şeyler söylese, hemen kulp takılır, yanına yalan-yanlış ne varsa katılır, o doğrucu, şehrin dışına atılırmış.
Şehir yüzlerce yıllık bir geçmişe sahip bulunsa da, bir avuç şakşakçının, yalancının peşine takılmış, her şeye güler, her şeyle alay eder, dalga geçer, günlerini birilerine kulp takarak geçirirlermiş. Seyir bakanları, hayranları, onlar gibi olmak isteyenleri de pek çokmuş.
Bunların önde gelenlerini, zindana atmışlar, zindanda ki herkes, bunların karşısında el pençe divan olmuş, yalancılığı, ispiyonculuğu, laf taşımayı, birilerine kulp takmayı, masum insanlara iftira atmayı, çamur sıçratmayı öğrenmişler.
Almışlar zindandan bedestende bir dükkan vermişler, namuslu dürüst esnafın yanında akıllansınlar diye düşünmüşler. Bedesten birbirine girmiş. En iyi dostlar, arkadaşlar hasım olmuşlar. Kavga-niza olmayan gün geçmez olmuş.
Güngörmüş insanların bulunduğu mahallelerden birinde bir eve yerleştirmişler. Hanımları mahallenin kadınlarını saç saça-baş başa dövüştürmüş, en iyi komşular onların yüzünden ölüme dirime gelmesin diye küsmüşler, büyük kavgalar edip, geri dönülmeyecek şartlar yeminler etmişler.
Ahali ise anlaşılmaz bir şekilde bunlara kıyamaz, bunlardan yana taraf olurmuş.
Yalanı bile ne güzel söylüyorlar. Araya harç koymadan konuşmaları da bizi çok eğlendiriyor. Bugün ak dediklerine yarın kara diyorlar, rüzgar nereden eserse oraya meylediyorlar ama olsun varsın, bizi eğliyorlar derlermiş!
Şehir orta oyunu sahnesi gibi olunca, şakşakçılar, hem keselerini doldurur, hemde bildiklerini okurlarmış.
On-on beş sene kadar geçmiş, bunların yetiştirdiklerinden bazıları, atıp-savurmada, yalancılıkta, riyakarlıkta ve yağcılıkta öyle ileri gitmişler ki, onların bu hallerinden hoşnut olan zenginler, ileri gelenler ve şehrin önemli görevlerinde bulunanlar, bunları kendi maiyetlerine almışlar.
Bu atıp savuranlardan biri çok meşhur olmuş, Yabancı diyarlarda dahi anlatılırmış. Sultana bir hayli methedenler olunca, Sultanda, çağırın bakalım demiş payitahta bir gelsin görelim neymiş marifeti!
Şakşakçılıkta meşhur adam, varmış Sultanın huzuruna…
Sultana önce oldukça etkileyici bir temenna çekmiş. Sonra başlamış onu methetmeye…Sultan birkaç saat dinlemiş o meşhur şakşakçıyı.
Sonra demiş ki, huzurumda çok hoş kelamlar eyledin. Belli ki iyi yetişmiş birisin. Seni bana anlattıkları kadar da varmışsın. Senin geldiğin şehirdeki Vali Paşa birkaç ay önce vefat etmişti. Seni o şehre Vali tayin eyledim.
Sultanın adamları vermişler fermanı eline, demişler ki, sen bundan sonra o şehrin Vali Paşasısın. O şehir bundan gayrı senden sorulur. Haydi uğurlar olsun diyerek, yanına muhafızlar verip yolcu etmişler. Şehrin yeni Vali Paşasının kendi içlerinden biri olduğunu öğrenen cümle şakşakçılar, yalancılar, bundan sonra demişler bu şehir bizim artık.
Zindanlarda yattık, terbiye edilmeye kalktık, huyunuzdan vazgeç diye bir sürülmediğimiz kaldı. Bundan böyle gün bizim günümüz demişler.
Yeni Vali Paşa makamına oturunca, çevresi bayram yapmış. Sen demişler bu gidişle Vezir bile olursun. Bu şehirde artık bizim borumuz ötecek. Biz ne dersek o olacak diye dağılmışlar şehrin içine. Kime ne düşmanlıkları varsa, kim onları eleştirmişse yakalayıp atmışlar zindana.
Doğru, dürüst bilinenleri falakaya çekmişler, bayılıncaya kadar dövmüşler. Güngörmüş insanların kapılarının önünde teneke çalmışlar, sabahtan akşama kadar sövmüşler.
Ahali oldukça şaşkınmış. Yalanlarına kandıkları, inandıkları, kolladıkları, birilerinin üzerlerine saldıkları, laf taşıttıkları, iftira attırdıkları, kulp taktırdıkları, gevezeliklerine güldükleri, yağcılıklarından mest oldukları insanlar, bir anda değişmişler.
Vali Paşanın emri diyorlar, her şeyi yapıyorlarmış.
Ahali kendi içinden bir heyet teşkil ederek, varmış Vali Paşanın konağına…
Vali Paşa, ayakta karşılar gibi yapmış heyeti.
Hoş gelmişsiniz ağalar demiş. Eski günlerin hatırına sizi kabul eyledim. Bundan böyle bu kapı size haram. Deyin şimdi ne diyecekseniz?
Heyetin başı Vali Paşa demiş, şehirde var olan huzur bitti. Eskiden güler eğlenirdik, şimdi dostlarımız, komşularımız zindanda, şehirden bir çok esnaf kervanlara katılıp çekti gitti. En çok sevdik dediklerinizi evinden çıkarmıyorsunuz. Bu zulümdür deyince…
Vali Paşa, sen demiş, beni ve arkadaşlarımı kirli çıkarların ve menfaatlerin için az mı alet ettin, az mı kullandın? Haklarında birlikte türlü oyunlar çevirdiğimiz insanlardan kahrından ölenler oldu. Kimi iflas etti. Kimi şehri terk edip gitti. Az mı kahkaha attın. Az mı güldün oynadın. Az mı bizim sırtımızı sıvazladın?
Heyet başı ne yaptıysak beraber yaptık demiş. Ben suçluysam, sende suçlusun. Yalnız anlayamadığım, senin adamların ne yapmak istiyor? Sıra yavaş yavaş bize mi geliyor, onu anlamak için buradayız.
Vali Paşa, şimdilik size dokunmayacağım demiş, yarın bir gün Payitahttan bir heyet gelecek, şehri dolaşacaklar. Hakkımda aleyhte bir şeyler duyarsam, bu şehri size haram ederim. Herkesle görüşün, şehri güllük gülistanlık gösterin, şehirde kimse ne aç, ne açıkta deyin. Herkes işinde gücünde deyin. Vali Paşa’dan memnunuz deyin. Gerisine de, bulursunuz bir şeyler!
Heyet Vali Paşanın konağından çıkmış çıkmasına da, her birini almış derin bir düşünce.
İçlerinden biri sabaha kadar düşünmüş, kendimiz ettik, kendimiz bulduk, kazdığımız çukurlara kendimiz düştük, diken diktik, kendi ayağımıza dolandı. İnsan bir kere ölür, kellem gitse de, doğru bildiğimi anlatmam lazım diyerek, ertesi sabah ilk kervanla varmış Payitahta, çıkmış Sultanın huzuruna, ne biliyorsa, nelere şahit olduysa, pişmanlık gözyaşlarıyla bir bir anlatmış.
Sultan, senin demiş kelleni almam lazımdı. Amma pişman olmuşsun. Anlattıkların bana gelen bilgilerin aynısı olunca, seni bağışladım. Aynı zamanda hakikatleri de görmüşsün. O şehre bütün bunlar açığa çıksın diye o dalkavuk kılıklı, yağcı müsveddesi şakşakçıyı Vali yapmıştım. Yeni Vali sensin. Önce, şehri terk eden namuslu, dürüst insanları şehre geri getireceksin. Bundan böyle dosdoğru olacaksın. Doğru düzgün işler yapacaksın. O heyet başının ve ortağı olan Valinin kellelerini alacaksın. Heyetteki diğer adamları bir sene müddetle zindana atacaksın. Ne kadar şakşakçı, ne kadar yalancı, sahtekar, düzenbaz varsa istisnasız hepsini şehirden süreceksin. Bir tanesi dahi şehirde kalmayacak. Kalırsa gelir ben senin kelleni alırım. Şimdi var git yoluna…
Yeni Vali yanında önemli bir birlikle varmış şehre. Doğruca Vali Konağına gitmiş. Haberi alınca titremeye başlayan eski Valiyi, cellada teslim etmiş.
Yeni Valinin kendi arkadaşları olduğunu öğrenen heyet başı hemen heyetteki diğer insanları da alıp, Vali Konağına varmış. Çok şükür demiş, içimizden biri Vali Paşa oldu, artık beni de sağ kolun yaparsın. Bundan böyle şehir bizim, ne dediysek o olacak!
Yeni Vali, muhafız başına seslenmiş. Bu heyet başını demiş cellada teslim et. Diğerlerini de atın zindana…
Şehirde devran değişti diye alikıran baş kesen kesilen şakşakçıların, yalancıların, fitne çıkaranların istisnasız her biri yakalanıp çıkarılmışlar şehir dışına. Sürgüne gidenler, şehirden ayrılmak zorunda olanlarda başlamışlar şehirlerine geri dönmeye…
Şehir şehire, Vali Paşa Vali Paşaya, Ahali ahaliye, şakşakçı şakşakçıya, yalancı yalancıya, palavracı palavracıya, Heyet heyete benzer denmiştir.
Bir kıssadır anlatılan, her kıssadan bir hisse alına diye tavsiye edilir. Benzerlikler var ise tesadüften ibarettir. Onun için ne kimse alınganlık göstere nede gönül koya…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…