Dün anlattığımız tarihsel öyküyü bir saltanat öyküsü olarak görmeyin. Bu öyküde, Konya’nın kelek kesenleri olarak nitelediğimiz burne-i pişegan ile günümüz Konya'sının kelek kesenlerini kıyaslayın. Yaklaşık 800 yıl önceki Konya ahalisinin sözünün erliği ile şimdiki halin acziyetini düşünün.
Sözüne sahip ve sadık olmanın anlamı ile sözünden dönmenin kefaret kabul etmez fasıklığını bağdaştırmanız mümkün mü?
Ne oldu sana ey halkım?
800 yılda seni böylesine saran acziyet ağı hangi örümceklerin imalatı?
Kim seni ağuladı da söyleyen dilin söylemez, duyan kulağın duymaz, gören gözlerin görmez oldu?
Seni bir zamanlar dev yatağındaki cüceye benzeten ecnebi seyyahlar ne kadar haklı?
Senin gören gözlerini kör etmeye, duyan kulaklarını sağırlaştırmaya, konuşan dilini koparmaya çalışanlara daha ne kadar müsamaha göstereceksin?
Biliyorum ki sen bu değilsin!
Biliyorum ki sen, üstündeki yorganı atıp bir cüce olmadığını, gerçek bir söz bahadırı olduğunu gösterecek güce de imana da sahipsin.
Kalbinin saflığı, bileğinin kaviliği sana dayatılan bu zırhları parçalayıp atmana yeter.
Para babaları, kurum kumkumaları, kuşku baykuşları tepende dolanıp durdukça başını kaldıramıyor, alnın açık ve dik bir şekilde yürüyemiyorsun Selçuklu küheylanlarının seslerinin hâlâ yankılandığı şu sokaklarda.
Senin için verdiğin sözden dönmenin ölümden beter olduğu günler zannetme ki ardında kaldı, zannetme ki güçsüzlüğünün, pısırıklığının, suskunluğunun sebebi senin dışında!
Zannetme ki içindeki beyinsizlerin hesabı senden sorulmayacak!
Zannetme ki yanında yer aldığın zalimin zulmü yüzünden sen de “dilsiz şeytan” ithamına maruz kalmayacaksın!
Ey halkım, bil ki, halk edilişinin hikmeti verdiğin sözdedir.
Hakk, verdiğin söze sadık kalırsan sana sadık kalacaktır!
O yüzden ey halkım, eve dön, şarkıya dön, kendine dön!