Sarrafın hikayesi

Erol Sunat

Uzun uzun zaman önce memleketin birinde öyle bir şehir varmış ki, eğlencesiz, çalgısız, müziksiz gün geçmezmiş. Şehir öyle eğlenceliymiş ki, şehre gelen kervanlar, şehrin her mahallesinde yaşanan bu şenliklerden dolayı, bir türlü şehirden gitmek istemezlermiş. Şehir bu şekilde hem çok tanınmış hem de bir uğrak merkezi olmuş. Şehrin Beyi şehre olan bu ilgiden çok memnunmuş. Memleketin en iyi müzisyenleri, ses ve saz sanatçıları, en yanık sesliler, en içli sesliler, en insan ruhuna hitap eden sese sahip olanlar bu şehirdeymiş.

Sabahlara kadar eğlence sürer, gündüzleri de devam edermiş. Günün her saatinde şarkı, türkü, gösteri yapılırmış, şehir, kocaman bir sahne gibiymiş. Bu arada şehrin zenginliği de dillere destanmış. Bey, bu zamanda Karun benim Sultanın hazinesi, benim hazinemin yanında hiç kalır. İstesem o Payitahtı satın alırım gibi konuşmalarda yapmaya başlamış. Sultan, Payitahtta sarraflık yapan bir gencin dükkanını tebdili kıyafet ziyaret etmiş. Sarraf demiş, sana öyle bir görev vereceğim ki ne saraydan biri duyacak ne de senin ailenden biri. Sen sadece sarraf değilsin, aynı zamanda insan sarrafısın da şu edepsiz Beyin haddini bildir, şehrini başına yık. O şehirdeki insanları kurtar şu açgözlüden.

Sarraf binmiş atına yanına adamlarını da almış, şehirde bir hana yerleşmiş. Bir ay kadar sonra, Hancı, yabancı demiş, bir aydır şehrimizde kalırsın. Bu şehirde insanları misafir ederiz etmesine de, gelen misafirin de bir kabiliyeti olmalı. Mesela ne çalarsın? Sesin iyi mi? Bir şarkı söyle, yada bize güzel bir şeyler çal. Sarraf ben demiş bir müzik aleti çalamam. Sesim pek iyi değil. Ben aslında eğlenmeyi seven bir Bey oğluyum. Babamdan bayağı bir dünyalık kaldı. Bu şehre hem yerleşmek hem de evlenmek isterim. Yok mudur bana münasip biri. Hancı seni demiş Beyimize götürelim. Senin meseleni anca o çözer.

Sarrafı çıkarmışlar Beyin huzuruna. Bey duydum ki demiş babandan bayağı miras kalmış biriymişsin. Gel seni benim kızlarımdan biriyle evlendireyim. Bana damat ol, benim konağımda yaşa. Yalnız, handa anlattığın o hikâyeyi bana ispatla düğünden önce bir çuval altın görmem lazım. Sarraf emrin olsun Beyim demiş, adamlarına söylemiş, birkaç saat sonra bir çuval altın, Beyin huzuruna getirilmiş. Sarraf, Beyim demiş, içinde ne kadar olduğunu saymadım. Doldurdum çuvala attım bir kenara. Bey, âlâ demiş, sen şu andan itibaren benim damadımsın. En büyük kızımla evleneceksin.

Bey çağırmış büyük kızını. İşte demiş kocan bu. Sarraf kızı görünce herhalde demiş rüya görüyorum. Bu ne güzellik. Kızla o gece evlenmişler. Kız, yabancı demiş, sen bu şehri bilmezsin. Babam yarın senden bir çuval altın daha ister, ertesi gün bir daha. Kaç çuval altının varsa ömrün o kadar. Sana yazık olacak. Yol yakınken kaç bu şehirden. Sarraf cevap vermemiş. Ertesi gün Bey, damat demiş, kızımla evlendin. Artık bir çuval altın daha getirirsin kayınpederine. Sarraf, lafı mı olur Beyim demiş, hemen adamlarına söylemiş, akşama doğru bir çuval altın daha gelmiş. Bey kızı, bak yabancı demiş, sana şimdiden üzülmeye başladım. İyi bir insana benzersin. Kaç gün sürecek bu? Sarraf sen demiş zengin diye babanı mı bilirsin? En az altı ay dayanırım. Sen üzme canını. Bey kızı, babasının yanına gitmiş. Bey babam demiş, bu yabancı çok zengin altı ay dayanırım diyor. Ne yapacaksın? Bey, tam bir altın madeni bulduk kızım demiş. Yabancıyı hoş tut. Şüphelenmesin. Bir süre sonra hazinesi nerede öğrenir, sonra da bakarız bir çaresine.

Aradan on beş gün kadar geçmiş. Bey her gün bir çuval altın istiyormuş. Bakmış ki, arkası var. Sarrafı boş bırakmış. Sarraf adamlarıyla birlikte şehirde her tarafı dolaşmış. Ahaliyi dinlemiş. Oldukça sıkı korunan Beyin hazinesinin yerini de bu arada öğrenmiş. Sonra da şehir dışına bir haber uçurmuş. Bir askeri birlik şehre gelmiş. Bey, hayırdır demiş kim gönderdi sizi? Muhafız başı, Beyim demiş, Sultanımızın fermanıyla geldim. Şehirde sizi rahatsız eden insanlar varmış. Birkaç günde onları yakalayıp, seni rahatlatacağız. Ardından gideceğiz zaten. Beyin adamları, Beyim demişler bazı hazımsızlar sizi şikâyet etmiş olabilirler.

Muhafız başı on kadar adamı atmış zindana. Çağırmış Beyi, Beyim demiş bu kendini bilmezler seni Sultanımıza şikâyet etmişler. Bunlara akçe vermiyormuşsun. Aç bırakıyormuşsun. Bazılarını dövdürüyor muşsun. Benzeri şikayetler. Bu sefiller otuz kadar. Birkaç gün içinde hepsini yakalayıp, şehrin meydanında senin huzura çıkaracağım. Bey derin bir nefes almış. Bey kızı, merakla her gün ne olacak diye merak ediyor, Sarraf her gün bir çuval altını Beyin önüne koyuyormuş.

Beyin adamları, Beyim demişler, senin bu damat yaman çıktı. Ne olacak bu işin sonu? Bey, şehirde demiş Sultanın askerleri var. Onlar en fazla üç gün sonra giderler. Bende bu damadın nesi var, nesi yok el koyarım. Bey kızı, babasının dediklerine şahit olmuş. Yabancı demiş. Ben böyle bir şey bugüne kadar hiç yapmadım. Ancak sen gerçekten çok iyi birisin. Anladım ki, beni de seviyorsun. Bey babam, askerler gider gitmez senin altınlarına el koyacak, seni de ortadan kaldıracak. Sarraf, üzülmüş gibisin Bey kızı demiş. Seni hiç böyle görmemiştim. Kız başlamış ağlamaya. Yabancı demiş, babam çok zalim biri. Biz üç kız kardeşiz. Bizim de canımıza yetti. Kardeşlerim, her şeyi kocana anlat dediler.

En azından o canını kurtarsın. Yeminle senin ölmeni istemiyorum. Sarraf, sağ ol Bey kızı demiş, bu konakta, hatta bu şehirde senden daha yürekli birine daha rastlamadım. Seninle evlenmekle de ne kadar iyi bir iş yaptığım ortada. Feda olsun senin için verdiğim altınlara. Bey kızı bir anda sarılmış Sarrafa, ölme demiş, ne olur ölme. Sarraf dışarı çıkmış, şehrin dışında bir yerde Muhafız başı ile buluşmuş. Bir plan yapmışlar. Ertesi gün, Bey gel bakalım damat demiş, bugün de altın geliyor mu?

Sarraf, lafı bile olmaz Beyim demiş, eli kulağında gelmek üzere, az sonra kapı açılmış, bir çuval altın daha Beyin huzuruna getirilmiş. Bey, senden demiş çok memnunum damat, vardığın her yerde beni övüyor, Allah Beyimizi başımızdan eksik etmesin diyormuşsun. Bunlar beni duygulandırdı. Kızıma daha tek bir acı laf dememişsin. Bunlarda iyi. Bak ne diyeceğim? Askerler gittiği gün, söyle adamlarına, huzuruma on çuval altın isterim.

Sarraf az olur Beyim demiş. Ben senin Konağın avlusuna elli çuval altın getirteyim de şanınız yücelsin. Beyin adamları birbirlerine bakışmışlar. Şaşırmış kalmışlar. Sarraf gidince, Beyim demişler, bu nasıl bir zenginlik böyle? Bey, çağırmış kızını. Kızım demiş, kocandan on çuval altın istedim. Elli çuval getireyim dedi. Bu nasıl bir insan? Bir çuval altını, bir altın gibi veriyor. Esas Karun buymuş da haberimiz yokmuş.

İki gün sonra Muhafız başı otuz kadar insanla şehrin meydanına gelmiş, Beyi de çağırmış. Beyim demiş işte seni şikâyet edenler. Hepsi yaptıklarından pişman. Beyimiz bir büyüklük göstersin bizi affetsin derler. Bey, bunlardan demiş seçeceğim üç kişiyi asmadan olmaz. Onları asayım. Diğerlerini de her gün üçer üçer bu meydanda asarım.

Sarraf Beyin yanına gelmiş. Beyim demiş, affına sığınarak bir teklifim var. Size elli çuval altın demiştim ya. Bu otuz kişinin her biri için bir çuval altın vereyim. Bu adamlar benim adamım olsun.

Bey, damat demiş, bugün iyi günüme denk geldin. Bu sefillerin beş para etmez canları için teklifini kabul ediyorum. Sarraf, Muhafız başı demiş sende şahit misin? Muhafız başı şahidim Beyimin damadı demiş. Bu adamlara kim ilişirse kellesini alırım. Bu arada Beyin konağının avlusuna seksen çuval altın tepeleme yığılmış. Bey, sevincinden altınların etrafında dönüyormuş ki, adamlarından biri Beyim demiş, yanlış bir şeyler oluyor. Şehrin kapılarını askerler kapattı. Giriş çıkışı yasakladılar. Şehirden hemen çıkmamız lazım.

Bey tamam da demiş altınlarım ne olacak? Onlar burada mı kalacak? Sarraf, Muhafız başı demiş, ahaliyi meydanda topla. Muhafız Başı, hemen Beyim demiş. Bey, sen de kimsin demiş? Altın çuvalları birer birer meydana taşınmış. Sarraf, Bey demiş, sende gel. Bu seksen çuval senin hazinenden. Bunları tek bir altın kalmayıncaya kadar ahaliye dağıtacağım. Bey, sen demiş kimin malını kime veriyorsun. Hırsız! Sarraf, Beyin yakasına yapışmış. Bu şehrin en büyük hırsızı sensin demiş. Sultanım adına bu şehre ve senin hazinelerine el koyuyorum. Asmaya kalktığın o insanların gözü ününde de ben seni asacağım. Beyin adamları kılıçlarına davranmışlar. Ancak muhafızlar hepsini yakalamışlar. Kim karşı koyduysa da canından olmuş. Beyi, meydanda ibretialem için asmışlar…

Anlatırlar ki; Sarraf ve karısı olan Bey kızı o eğlenceli şehirde kalmışlar. Ancak ahali, sarrafa gelip beyim demişler. Düğünlerin haricinde bir daha çalmak ve söylemek istemiyoruz. O eğlence şehri, daha mütevazi bir kimliğe bürünmüş. Beyin gerçekten çok büyük bir hazinesi varmış. Sultan hazinenin bir kısmını şehre harcasın diye Sarrafa vermiş. Demiş ki sen artık oranın Beyisin. Beyin kızıyla sarraf el ele vermişler şehirlerini imar etmişler. Şehirde fakir ve yoksul insan bırakmamışlar.

Şehir şehire, Sarraf Sarrafa, Bey Beye, Bey kızı Bey kızına, Sultan Sultana, Muhafız başı Muhafız başına, şenlik şenliğe, Han hana, hancı hancıya, ahali ahaliye benzer.

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikâye anlatırız inşallah…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.