At izi it izine karışınca, işler içinden çıkılmaz bir hal almış demektir. Sonrasında ayıkla pirincin taşını.
Evvelden insanların bir “kırmızı çizgisi” vardı. “Olmazsa olmaz” kuralları vardı. “Her şeyi yaparım ama, şunu asla yapmam” dedikleri kararlılığı vardı. Şimdi ne oldu bilmiyorum. Dansözlere taş çıkartıyorlar.
En radikal partinin seçmeni olduğunu söyleyen adam “Bu sene şu partiye oy vereceğim” diyor. Kendi anlayışının tam tersi. Hatta geçmişte düşman bellemişlerdi birbirlerini. Hadi düşman olmamayı anladık ama, oy verecek kadar aşk nereden doğdu?
İnsanların fikirlerinde bir değişim olmaz mı? Dün öyle dedi diye, bugün de öyle demek zorunda mı? Dün, dünde kalmamalı mı? Elbette bunların hepsi doğru. Ama bu kadarı da biraz fazla değil mi?
Dün onca canlar neden yandı? Onca ocaklara bunca ateşler neden düştü? Hani sizin kırmızı çizgileriniz? Bu kadar git-gel, bu kadar zikzak hiç de hayra alamet değil doğrusu. Hem de ne uğruna ? Kuru bir inat. Bükemediği bileğe olan haset. Kin ve intikam duyguları ile söylenen bu sözler yarın sizden hesap sorarsa hiç şaşırmayın.
İnsanın bir duruşu olmalı. İlkeleri olmalı adam gibi adamların. Ağzından çıkanı kulağı duymalı. Neyi ne için söylediğini bilmeli. Boş konuşmamalı. Attığı taş, ürküttüğü kurbağaya değmeli. Hani var mı öyle adamlar?
Sosyal medyada yer almayan insan neredeyse yok gibi. Oradaki paylaşımlara baktığım zaman “Hayret ! Kıyamet koptu da benim mi haberim yok” diyesim geliyor. Her iki cenahın da ortak düşmanı belli. “Düşmanımın düşmanı da benim dostum” olduğuna göre mesele yok. Düşmanıma kimin sövdüğü önemli değil. Önemli olan düşmanıma sövülmesi. Yarın aynı adam dönüp bana da söver mi? Söver. Neden sövmesin. O zaman ne yapacağız? Bunu düşünen yok işte. Gün bugün, saat bu saat.
Bunca omurgasızın içinde omurgalı olmak, zor zanaat.
Ya yanar-döner fırıldak olacağız. Ya da safımızı belirleyip yangını söndürmek için ağzımızla su taşıyacağız karınca misali. Safımız belli olsun değil mi?
Tercih sizin…