“Şehir insanı terbiye ettiği gibi, kötü şehir de insanı ahlâksızlaştırır.”
(Turgut Cansever)
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Şehircilik Şûrası’nın açılışında yaptığı konuşmasında “Ben dikey değil, yatay mimariden yanayım. İnsan toprağa yakın yaşamalı.” diyerek neden dikey değil de yatay yaşamalı sualine cevabı da, yine kendisi vermiş:
“Çünkü dikey yapı, az topraktan çok para kazanmak anlamına geliyor..”
***
Ahmet Keleşoğlu Kültür Merkezi’ne dolmuşla giderken Şeker-Tekke ve bölgesindeki kibrit kutusu gibi dikey yapılaşmayı görünce; kendi kendime “bu kutu kutu dairelerde kimler ve nasıl oturur. Bu beton yığınlarında nefes alabiliyorlar mı” sorusunu sormadan edemiyorum.
Selçuklu bölgesinde gerçekten berbat bir dikey yapılaşma söz konusu. Müteahhitler, “az topraktan çok para kazanmanın” yolunu öğrenmişler.
“Önce insan” yerine ‘önce para’yı tercih eden ve kutu kutu apartmanlar yaparak kazançlarına kazanç katan yeni yetme müteahhitler, sanki eskilere taş çıkartıyorlar.
Dikey yapılaşmayla Hocacihan, Hacıkaymak ve Şeker-Tekke bölgesi kaybedilmek üzere… Arsasını, tek ve iki katlı evlerini korumak isteyen insanlarımızın meskenleri, kutu kutu apartmanların gölgesinde sanki can çekişmeye durmuşlar!
Müteahhitlerin sanki emirlerine giren belediyeler, bu dikey yapılaşmayı durdurmak şöyle dursun denetimlerini dahi yapmıyorlar. İmar dairelerinde ilk önce 3-5 kat gözüken bu apartmanlar nasıl oluyor da hemen ilaveleriyle birlikte 8-10 kat oluveriyor…
“İnsan topraktan uzak değil toprağa yakın olarak yaşamalıdır.
Bugünün Türkiye’si böyle bir çirkinliği, böyle bir nobranlığı asla hak etmiyor. ‘Dikey’ mimarinin altında yatan gerçek nedir? Az topraktan çok büyük para kazanmak. Yapılan iş budur.”
“Öte yandan şehirlerimiz, kentsel dönüşüm projeleriyle, gecekondu tarzı yapıların istilalarından kurtarılırken, şahsiyetsiz mimari ekollerin pençesine de itilmemelidir.
Kendi şehir kültürümüzü ihya edecek bir atılımı, hep birlikte hayata geçirmeliyiz.
Sadece rant, sadece kâr, sadece kazanç odaklı bir anlayışla, böyle bir şehir inşası gerçekleştiremeyiz.
İnsanlara huzur değil gerginlik veren bir şehir, sorunlu bir şehirdir.
“Bizim kültürümüzün şehirlerinde zenginle fakir, ümmiyle âlim, zahitle serkeş, patronla işçi aynı mahallede, yan yana evlerde, bir ses işitimi mesafede oturabilmektedir.
Bu birliktelik, herkesin diğerinin hâlini görmesine, gerektiğinde yardım elini uzatmasına, gerektiğinde yarasını sarmasına imkân tanımaktadır.
Bu dokuyu öldüren, bireyselleşmeyi teşvik eden yapılaşmalar, medeniyetimizin şehir kavramındaki dünya cennetini cehenneme çevirir.” (Şehircilik Şûrası konuşmasından alıntıdır).
***
Sevdiğim ve saydığım, eğitime son derece önem veren Prof. Dr. Seyit Mehmet Şen, sosyal medya hesabından referandumla ilgili şu noktaya dikkat çekmiş:
“Yıllar öncesinden başkanlık modelini savunan bir kişi olarak, referandumda evet oyu verecek olmama rağmen:
Başkanlık modelinin sırma saçlı dilber
Ya da
Sütten çıkmış ak kaşık
Olmadığını söylemek durumundayım.
Parlamenter sistemi çalıştırmayan unsur, "işi ehline vermemek" olduğu gibi...
Başkanlık sisteminde de "iş ehline verilmezse" işler umduğumuz gibi yürümez...
Ve kurtuluşu bir başka rejimde aramak zorunda kalabiliriz...
Bu bakımdan:
Milletçe başkanlığa odaklanırken...
Nasıl olacak da işler ehline verilecek konusuna kafa yormalıyız.”
AZİZİM DİYOR Kİ…
“Âletlerin en faydalısı kalemdir. Bir şişe mürekkep bir külçe altından hayırlıdır.” (İbn-i Sînâ)