AK Parti iktidarının 10. yılına gelirken, “her şey güzel de eksik bir şeyler var” dediğimiz zamanlardı. Çorbası, ara sıcağı, mevsim salatası ve yöresel kebabıyla mükellef bir sofrada tatlının olmaması gibi…
Kürt sorunu ve eğitim hayatındaki kısıtlamalar da dahil tüm eski Türkiye enkazı, ekonomik refah ve huzur ortamına rağmen gelip geçerken düz yolda ayağımıza takılıyordu. Kimilerinin “demokratikleşme” kimilerinin “özgürlük” dediği şeylerde arzu edilen yerde değildik, geçen 10 yıla rağmen.
“Yapılamaz”lar yapıldıysa, “yıkılamaz”lar yıkıldıysa, ideolojik kalıplara rağmen, özgürleştirilen vatanın aslî sahipleri olduğumuzu, bugün hissetmeye başladıysak, ancak 10 yıl öncesine ve 10 yıl sonrasına bakarak karar vermeliyiz. İçinde yaşadığımız ülkede, bir vatandaş olarak hangimiz aidiyet bilincine sahiptik 2002 öncesine kadar? Tüm seçimlerde AK Parti için oy kullanıp da bu seçimde oy vermemek için gerekçe arayanların öncelikle bu soruyu cevaplamaları gerekmez mi?
Kimilerine göre batmakta olan bir gemiyi karaya oturtması, kimlerine göre Kemalist vesayet rejimini dönüştürmek için yaptığı reformlar gerekçedir… Bazıları daha pragmatik gerekçeler zikredebilir. Ancak, AK Parti’ye oy vermenin en önemli gerekçesi, asırlar öncesinde başlamış kutlu bir yürüyüşün şimdilik son kervanı oluşudur. Erdoğan’ın ufku ve Davutoğlu’nun düşünce perspektifine bakıldığında çok da iddialı bir cümle değildir bu. Yıllar var ki, Türkiye ulus-devlet sınırlarını çoktan aşmış, dünya mazlumlarının umudu olmuştur. Hoca’nın “özne devlet” rüyası da inşallah bir gün gerçek olacak.
“Özne devlet” olma yolunda kuşandığımız cesaretle, Selçuklu’dan Osmanlı’ya Anadolu’nun ortak medeniyet birikimiyle harmanlanan inanç ve iktidar özgüveni, bizleri hayal bile edemeyeceğimiz bir yere, sahili selamete taşıyacak. Başbakan olduğu gün, “Bundan sonra biz hiçbir zaman şu veya bu tavrı alırsak, şu veya bu ülke ne diyor diye düşünmeyeceğiz. Başka ülkeler Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne düşünüyor diye düşünecekler. İşte bir milletin ayağa kalkmasının simgesi budur… Al bayrağı dalgalandırdığımız hiçbir mevziden ve mevkiden geri çekilmeyeceğiz. Ümitlerini bize bağlamış hiçbir kardeş halkı yalnız bırakmayacağız. Bu kutsal yürüyüş Anadolu’ya nasıl girmişse, İstanbul önlerine nasıl yürümüşse aynı ideal için yürümeye devam edeceğiz” diyen Ahmet Hoca, sadece Konya için değil, bu vatan için de bu ümmet için de bir umuttur.
Birileri “Konya ilk defa Başbakan çıkardı” diye sevinebilir. Şehrin iktidar kanalıyla yürüyecek projelerine buradan bakabilir. Başbakanımız’ın şehrimize kazandıracağı projeler, hepimizi heyecanlandırıyor. Ancak, büyük Türkiye rüyası daha heyecan verici…
O’nun feraset ve dirayetle yürüttüğü mücadele, büyük bir mücadele… İnanıyoruz ki O, bu yürüyüşte bizi bırakmayacak.
O halde, biz de O’nun rüyasını gerçek yapmak için O’nunla devam edecek miyiz? Aklımız da yüreğimiz de O’nunla olacak mı?
O, Konya’yı çok seviyor… Konya artık herhangi bir şehir değil… Başbakan şehri…
Madem “şehrin bir Başbakan’ı olması” bu kadar önemli, Konya’nın temsil ettiği sadaret gücü, Hoca’nın gücüne güç katsın o zaman… Konya, bir kez daha kenetlensin…
7 Haziran’da şehirden çıkacak yüzde 85’lik sonuç, hepimizi farklı bir sabaha uyandırsın… Haydi hep birlikte…